Anaokullarında Yabancı Dil Eğitiminin Önemi


Yabancı dil bilen bir insan farklı kültürlerden ve toplumlardan insanlarla iletişim kurabilmekte ve çeşitli bilgi kaynaklarından yararlanabilme ktedirBu fırsatlar doğrultusunda kendilerini geliştirme ve değişen dünya standartlarına ayak uydurma imkanına sahiptirler.
Zihinsel yararları
Yabancı dil bilen (çok iyi derecede) insanlar arasında yapılan araştırmalar, yabancı bir dil bilmenin insanın beynindeki olumlu etkilerini bizlere sunuyorBu araştırmalar yabancı dil bilen insanlarda kendilerini ifade etme ve problem çözebilme yeteneklerinin oldukça gelişmiş olduğunu gösteriyor.
Akademik Yararları
Bir çok anne-baba ve eğitimci, yabancı bir dil öğrenmenin çocukların dil ve okuma yeteneği üzerinde olumsuz etkiler bırakacağından endişelenmektedirAncak yapılan araştırmalar bu endişelerin yersiz olduğunu bizlere gösteriyor Ayrıca yabancı dil bilen çocuklar arasında yapılmış olan zeka ve yetenek testleri bu çocukların sahip olduğu yaratıcılık, sözel ifade, pratik çözümler bulabilme gibi potansiyelleri nin üst düzeyde olduğunu kanıtlıyor.En etkili dil eğitimi için en erken yaşBir çok insan farklı yaşlarda yabancı dil eğitimi almasına hatta bu konuda başarılı olmasına rağmen yapılan araştırmalar erken yaşlarda başlanılan yabancı dil eğitiminin en etkili sonucu ortaya çıkardığını gösteriyor Biyolojik kaynaklı araştırmalar beynin erken yaşlarda çok hızlı geliştiğini ve yedi yaşına kadar bu hızlı gelişimin devam ettiğini, bu süreç içerisinde alınan yabancı dil eğitiminin ana dil seviyesine yaklaştığını göstermektedir Bu nedenle uzmanlar yabancı dil eğitiminin beyin gelişimi tamamlanmadan yani ergenlikten önce başlaması gerektiğini belirtiyor ve ekliyorlar “beyin gelişimi tamamlandıktan sonra yabancı dil eğitimi başlarsa, cümle kurmada yanlışlar başlıyor ve telaffuzdaki yanlışlıklar ömür boyu devam ediyor”
Eğitimcilerin ve ailelerin erken yaşlardaki dil eğitimi ile ilgili kaygıları nelerdir?
Yabancı dil eğitimi ile ilgili araştırma yapan uzmanlar araştırmaları esnasında bir çok anne-baba ve eğitimci ile konuşup onlar için de cevapları belirsiz olan soruları tespit etmeye çalışmışlar.Bu çalışmaların sonucunda iki ana soruya odaklanmışlardır
Bunlar:
1)Ana dilinin dışında farklı bir dili öğrenmek erken yaşlardaki çocukların dil gelişimine zarar verir mi?
Bu soruya uzmanlar kesinlikle hayır cevabını veriyorlar, hatta araştırmaların bu sorunun tam tersi bir cevabı ortaya çıkardığını söylüyorlarErken yaşlardaki (yani 2-6 yaş evresinde) dil öğrenimi esnasında beyin iki farklı dil öğrenimini birbirinden ayırt etmiyor ve iki dilin gelişimini paralel devam ettiriyorBu nedenle çocuğun yabancı dili öğrenmesi ana dilini öğrenmesine engel olmuyor bilakis olumlu etkileri sayesinde çocuğun ana dilini daha kolay öğrenmesine katkıda bulunuyor.
2)Çocuğa erken yaşlarda verilen yabancı dil eğitimi onun dil öğrenmeye karşı eğilimini azaltır mı?
Çocuklar hepimizin bildiği gibi dünyanın en meraklı varlıklarıdırÇocuklarda var olan bu doğal merak duygusunu dil eğitimi için elverişli hale getirmek tabii ki eğitimcilerin ve anne- babaların elindeBunu gerçekleştirirken dikkat etmeniz gereken en önemli nokta çocuğunuzu yabancı dil eğitimi konusunda fazla zorlamamaktır. Fazla zorladığınız takdirde çocuğunuz yeni bir dil öğrenmekten soğur ya da vazgeçer.
Neler yapabilirsiniz?
•Çocuğunuzun ilgi alanlarını yakalayıp bu ilgi alanlarını dil eğitimi için kullanınÖrneğin çocuğunuz sürekli olarak oyuncak taşıtlarla oynuyor ise bu oyunu dil eğitimine çevirmek için çocuğunuza o taşıtların öğretmek istediğiniz dildeki karşılıklarını söyleyin ve bu oyunu kelime öğrenme oyunu haline dönüştürün.
•Çocuğunuz herhangi bir şey ile uğraşırken ona yabancı dilde konuşmalar (yabancı bir televizyon kanalını açık bırakabilirsiniz) ya da müzikler dinletinBu yöntem her ne kadar pasif bir dil eğitimi de olsa çocuklar için gerekli olan kulak dolgunluğu oluşturduğunu söyleyebiliriz.
•Eğer çocuğunuzun öğrenmesini istediğiniz dili siz de biliyorsanız bu dildeki çocuk şarkılarını ya da tekerlemeleri ona öğretmeye çalışın, öğretirken o şarkının ya da tekerlemenin ne anlatmakta olduğunu çocuğunuza aktarmayı unutmayınBöylece çocuğunuzun sadece ezberlemesini değil aynı zamanda öğrenmesini de sağlarsınız.
•Çocuğunuzun öğrenmesini istediğiniz dili eğer siz de bilmiyorsanız bu durumu ikiniz içinde yaralı hale getirebilir ve çocuğunuzla beraber yeni bir dil öğrenebilirsinizçocuğunuzla beraber kelime öğrenme oyunu oynayabilir ve aklınıza gelen her kelime için beraber sözlüğe bakabilirsiniz.
•Yabancı dil öğretimi için kullanılan boyama ya da hikaye kitaplarından ve kasetlerden yararlanabilirsiniz.
•Yabancı dil öğrenme aşamasında olan çocuğunuza sürekli olarak olumlu pekiştireçler vermeye çalışın, onu tebrik edin ve ödüllendirin.
Okul Olgunluğu Kazanımında Anaokullarının Katkısı


Genel anlamıyla okul, ‘Bağlı bulunduğu ülkenin görmeyi hedeflediği kişileri yetiştiren kurumdur.’ diyebiliriz. Yasalara bağlıdır. Devlete okulu da olsa özel de olsa müfredat yasalarca belirlenmiştir. Eğitim süresi bakımından ülkeden ülkeye değişiklik gösterse de zorunludur (Ülkemizde sekiz yıllık eğitimin zorunlu olması gibi). Keyfi değildir. Eğitim yaşına gelen çocuğun okula gitmesi yasalarca zorunlu tutulmuş, aile çocuğunu eğitim hakkından mahrum etmesin diye caydırıcı cezalar konulmuştur.
Çok değil 30 yıl öncesiyle kıyaslandığında ailelerin çocuğunu okula gönderme konusunda daha bilinçli hareket ettiklerini, kız çocuklarını da erkek çocuklar kadar eğitim alması konusunda desteklediklerini söyleyebiliriz. Bugün ise, bilinçli ailelerin sayısı giderek artmaktadır. Hatta bırakalım zorunlu okul dönemi geldiğinde çocuğu okula göndermeyi, okula hazırlanması için okul öncesi kurumlardan yararlanan aileler çoğalmaktadır.
Aileler çocuğunu sosyalleşsin, toplum içinde kendini rahatlıkla ifade edebilsin, özgüven kazansın, öz saygısı yükselsin, yeteneklerini tanısın, grup çalışmalarına alışsın, paylaşmayı, beklemeyi, kuralları öğrensin, akranlarıyla bir arada olsun, saygılı-ahlaklı olarak yetişsin, bilgi ve görgü düzeyi yükselsin, karşılaştığı problemlere çözümler üretebilen girişken ve üretken bireyler olsun, zihinsel yeteneklerini geliştirsin, el becerileri kazansın gibi birçok istekle okula yönlendirmekte ve çoğunlukla çocuğunun okul yaşantısı, okul içindeki davranışları, kazanımları
ile yakından ilgilenmektedirler.
Bilimsel ve teknolojik gelişmeleri takip etmekte zorlandığımız bir dönemdeyiz. Belki bilgisayar dönemi diye adlandırabileceğimiz bu zamanlarda, değişimlerin hızına yetişmek çok kolay değil. Bilgiye ulaşmak çok kolay, bununla birlikte değişime adapte olabilmek, ayak uydurabilmek aynı oranda kolay değil. Bir öğrenci yahut ebeveyn için güne uyumlanmak, yüksek seviyede zihinsel çaba gerektirmekle beraber ciddi bir zaman yönetimi, bedensel ve duygusal hazır oluş da gerektirmektedir. Öğrenci merkezli yaklaştığımızda ilköğretim okuma yazmanın, dört işlem yapmanın öğrenildiği ilk kurumdur. Okumadan yazmadan zamana uyumlanmak maalesef mümkün değildir. Bu sebeple ilköğretim eğitim hayatının en önemli adımıdır.
Son 20 yılda okul öncesi eğitim alanında yapılan ‘okul öncesi eğitim alan çocukların okul öncesi eğitim almayan çocuklarla birçok yönden karşılaştırıldığı araştırmalar’ ilköğretime hazırlığın ne denli önemli olduğunu ortaya koymuş ve okul öncesi eğitim, eğitim hayatının ilk ve en önemli basamağı haline gelmiştir.
Türk eğitim sisteminde okul başarısı; okuma yazma öğrenme, dört işlem yapabilme ve okul içi davranışlar-arkadaş uyumu konusunda yeterli olabilmekle ölçülmektedir. Her yıl ilköğretime severek, isteyerek başlayan öğrencileri düşünelim. Bu minikler, bir yılın sonunda aynı ölçüde başarılı değillerdir. Kimi çok çok iyidir. Okuma yazma öğrenmiş, dört işlem yapabilir hale gelmiş, okul içi davranışlarında beklenenin ötesinde uyum sağlamıştır. Kimi vasattır. Çok iyi okuyamaz çok iyi yazamaz; ama desteklense yol kat edeceğini göstermiştir. Kimi vasatın altında başarılı olur. Çocukların başarı düzeylerinin bu denli farklı olmasını en basit yaklaşımla farklı ailelerden gelişlerine, ailenin çocuğa gösterdiği desteğe, zeka düzeylerinin farklı oluşuna, dil-duygusal ve bedensel gelişimlerinin farklı oluşlarına bağlayabiliriz. Ayrıca her çocuk okul ve okulun öğrenciden beklentilerine farklı tepkiler verir. Kimi okumayı sever. Kimi iki satır yazı yazmak istemez. Kimi ödevlerini yapar, kiminin umurunda değildir. Kimi çocuk dört işlemle ilgilidir, kimi dikkatini toplayamaz. Çok geniş bir perspektifle öğrencilerin her biri okulun ve okumanın gerekleri konusunda farklı hazırlığa sahiptir.
Okula Hazırlıklı Olma Dönemi veya Okul Olgunluğu olarak adlandırılan dönem, öğrencinin okulda rahatlıkla yeterince öğrenebileceği, zihinsel-duygusal-sosyal-dil gelişimi bakımından en uygun dönemdir. Son birkaç yıldır çocuk için bu dönemin 6 yaş olduğuna karar verilerek ilköğretim yaşı yedi yaştan 6 yaşa indirilmiş, bugünlerde 5 yaşa çekilmesi gündemdedir.
Okul öncesi dönem çocuklarına uyguladığımız gelişim testleri, bize çocukların aynı yaşta olsalar bile aynı hızda gelişmediklerini göstermektedir. 3 yaşında tek ayak üzerinde 34 saniye dengeli bir şekilde durabilen çocuklarla karşılaştığım gibi 6 yaşında 2 saniye duramayan çocuklarla da karşılaştım. 2 yaşında anne-baba ve birkaç kelime söyleyen çocuklar olduğu gibi 2 yaşında tam anlaşılır konuşan miniklerle de. bu testler bize çocuklarımızı hangi yönde desteklememiz gerektiği konusunda ışık tutmaktadır. İlköğretimin ana hedefi olan okuma yazma öğrenme gelişen bir prosestir ;yani Okul Olgunluğu veya okula hazır oluş çocuğun sadece olgunlaşmayla ulaşabileceği bir nokta değildir. Çocuk bu hazır oluşa okul öncesi dönemde yapılacak ön öğrenmelerle de ulaşabilir. Tamamen aile zoru ve desteğiyle, ite ite derse zorlanan öğrencilerden de başarılı notlar alanlar elbette olur; fakat bu çocuklar bir yönden (sosyal-duygusal
) okula hazırlığı tamamlamış çocuklardır. Ancak okuma yazmayı öğrenme hazır, motive, okulun beklentilerine cevap vermeye hevesli öğrenciler okulda kendiliğinden başarılı olmaktadır. Okulda başarıyı yakalamak için öğrencinin alt yapısının kurulmuş olması gerekmektedir ki üzerine bir şeyler inşa edilebilsin. Örneğin çocuk harfleri ve sözcükleri ayırt edebilmelidir. El-göz koordinasyonu yeterli düzeyde olmalıdır. Dikkatini belli bir noktada belli bir süre toplayabilmelidir. Kalemi doğru şekilde tutabilmeli bunun için ince kasları yeterince güçlü olmalıdır. Alıcı dili yeterince gelişmiş olmalı, yönergeleri doğru şekilde takip edebilmelidir. Kısa süreli ve uzun süreli hafızası yeterince gelişmiş olmalıdır. Sözcüklerin fiziksel görüntülerinin ötesine geçerek, nesne ve fikirleri bağlayabilmelidir. Uygun uzaklıktan yazıya odaklanabilmeli, soldan sağa doğru yazıyı takip edebilmelidir.
Peki tüm bunlar bir çocukta gelişmezse ne olur? Muhtemelen çocuğumuzun okulda başarıyı yakalaması kolay olmayacaktır. Bu beraberinde onda özgüven sorunlarının gelişmesine, öz saygısının düşmesine, ailenin tavrına bağlı olarak örneğin mükemmelliyetçi bir anne babaya sahipse okuldan kaçınma, okula gitmek istememe, okuldan soğuma, ağlama, hırçınlaşma…gibi davranışların gelişimine sebep olabilecektir. Okumasını, iyi bir eğitim almasını, ilerde iyi bir lise ve sonra iyi bir üniversite eğitimi almasını istediğimiz çocuklarımızın ilk okula hazırlıkta donanımlı olmasına, ondaki yeterlilik hissinin gelişimine gerçekten dikkat ediyor muyuz? Elbette her ebeveyn çocuğunun okulda başarılı olmasını ister ve onun okul başarısıyla mutlu olur.
Peki çocuğumuzu okula ne kadar hazırlıyoruz? O kendisini okula nasıl hazırlayacağını bilemez. Bunu en iyi yetişkin bilebilir; yani ebeveyni, çocuklarımızı bıraksak bütün çizgi film izlerler ya da bilgisayar oyunlarıyla vakit geçirirler, onlar haz odaklılar. Ona iyi bir eğitim vermek, iyi bir eğitim aldırmak, bu bizim sorumluluğumuzda. O halde çocuğumuzu gerçekten okul öncesi eğitiminden anlayan usta ellere mi yoksa sadece evimize yakın olduğu için her hangi bir okul öncesi kurumuna mı teslim ettiğimizi kendimize soralım. Okuldaki davranışlarını, faaliyetlerini takip etmeyi alışkanlık haline getirelim. Öğretmenleriyle iyi diyaloglar oluşturalım. Okul psikoloğu ile düzenli olarak görüşelim, tavsiyelerini dikkate alarak hayata geçirelim….
Çocuk gelişimi ve eğitimcileri, anne ve babalara kılavuz oluyor


Çocuk gelişimi ve eğitimcileri verdikleri eğitimle normal gelişim gösteren ve özel çocukların gelişimine katkı sağlıyor. Uzmanlar, her çocuğun gelişim sürecinde destekleyici eğitime ihtiyacı olabileceğine dikkat çekti.
Çocuk gelişimi ve eğitimcileri verdikleri eğitimle normal gelişim gösteren ve özel çocukların gelişimine katkı sağlıyor. Uzmanlar, her çocuğun gelişim sürecinde destekleyici eğitime ihtiyacı olabileceğine dikkat çekti.
Çocukların gelişim sürecinde çocuk gelişimi ve eğitimcileri önemli rol oynuyor. Sosyal, duygusal, psiko-motor, zihinsel özellikleri ve eğilimleri nedeni ile gelişim sürecinde değişiklikler gösterebilen çocukların özel durumlarının tespit edilmesinde büyük öneme sahip olan çocuk gelişimciler, yine çocukların gelişim sürecinin iyileştirilmesi ve özel durumlarının tespit edilmesini sağlıyor. 0-18 yaşları arasında normal gelişim gösteren ya da özel eğitime gereksinim duyan, gelişim geriliği gösteren çocukların gelişim alanlarını belirleyen çocuk gelişimciler, uygulamış olduğu testler, eğitimler ve danışmanlık hizmetiyle ailelere adeta kılavuz oluyor. Konuyla ilgili açıklama yapan Atlantis Özel Eğitim ve Rehabilitasyon merkezi çocuk gelişimi ve eğitimcisi Müşerref Demir, her çocuğun çocuk gelişimi ve eğitimcisine ihtiyaç duyabileceğini söyledi.
“Çocuğun olduğu her alanda çocuk gelişimci vardır”
Çocukların olduğu her alanda çocuk gelişimi ve eğitimcisinin olması gerektiğini kaydeden Demir, “Çocuk gelişimi ve eğitimi bölümü, 0-18 yaşları arasında normal gelişim gösteren, özel eğitime gereksinim duyan, gelişim geriliği gösteren tüm çocukların gelişim alanlarına hakimdir. Gelişimsel değerlendirme testlerini uygulayarak çocukların gelişim alanlarını belirler ve bu alanlara uygun planlamalar yapar. Çocuk gelişimciler ailelere sunmuş oldukları danışmanlık hizmetleri ile aileyle iş birliği içerisinde bir tutum sergiler. Çocuk gelişimciler özel eğitimde uygulamış olduğu testler ve eğitimlerle, sunmuş olduğu danışmanlık hizmetiyle varlıklarını kanıtlamışlardır. Çocuğun normal gelişim göstermesi ya da özel eğitime gereksinim göstermesi, çocuğu ayırmaz. Çocuğun olduğu her alanda çocuk gelişimci vardır ve olmaya devam etmelidir” dedi.
Deprem anında küçük çocukla ne yapmalı? Çocuk odası nasıl döşenmeli?


Geçenlerde izlediğim bir belgeselde yukarıdaki haritayı gösterdiler, ve bu harita Marmara’ya git gide yaklaşan deprem gerçeğinin gözümde çok daha somut bir hal almasını sağladı. Çünkü bu haritada 1939’dan bu yana Kuzey Anadolu Fay Hattındaki kırılmaların batıya nasıl adım adım ilerlediği ve yakın zamanda Marmara’da da bir kırık olacağı çok açık ortada. Bu belgeselle birlikte, 99 depreminden bu yana uzmanların yaptığı “Marmara’da 2030’a kadar büyük bir deprem bekleniyor” uyarısı çok daha ciddiyet kazandı gözümde.
Bunun üzerine çocuğumun odasının düzeninde nelere dikkat etmem gerektiği ve deprem anında küçük bir çocukla nasıl hareket etmem gerektiği konusunda biraz araştırma yapmam gerektiğini fark ettim, ve öğrendiklerimi sizlerle de paylaşmak istedim. Deprem konusu, yaşayacağımız evi ve semti bile seçerken mutlaka aklımızda bulundarmamız gereken bir konu.
Deprem öncesi güvenlik önlemleri
– Çocuğun yatağının yakınında ağır çerçeve, raf, dolap, avize, kitaplık vb. çocuğun üzerine düşebilecek şeyler bulunmamalı.
– Devrilebilecek dolap ve raf gibi yüksek üniteler L tipi montaj demirleriyle duvara sabitlenmeli.
– Aşağıdaki sığınma bilgilerine göre her odada deprem anında nereye sığınılması gerektiği önceden belirlenmeli.
– Bebeğin/çocuğun günlük ihtiyaç duyabileceği gereksinimleri içeren bir deprem çantası hazırlanmalı ve çocuğun yatağının yakınlarında hazır bulundurulmalıdır. Binadan dışarıya çıkmaya hazır olunduğunda bu çanta alınmalıdır, veya yıkıntı altında kalınırsa bu çantada temel ihtiyaçlar olmalıdır. Çantada yedek kıyafet, mama, emzik, bez, battaniye, kraker, bir şişe su ve düdük bulundurulmalıdır.
Deprem anında nasıl sığınılmalı?
Deprem anında nasıl sığınılması gerektiği konusunda uzmanların tavsiye ettiği iki farklı yaklaşım var. Amerika gibi ülkelerde sağlam bir masa altına sığınılmasını tavsiye edilirken, ülkemizde daha çok yaşam üçgeni uygulaması tavsiye edilmektedir. Bunun sebebi, ülkemizdeki inşaatların çoğunluğunun yeteri kadar sağlam olmamasıymış ne yazık ki. Amerika gibi ülkelerde genelde ahşap taşıyıcılı müstakil evler yaygınken, ülkemizde depreme dayanıklı tasarlanmamış betonarme apartmanlar çoğunlukta.
Yani ülkemizin büyük çoğunluğu için “yaşam üçgeni” yaklaşımı daha doğru.
Sağlam bir masa altına sığınmak, ancak ve ancak deprem göz önüne alınarak inşa edilmiş bir yapıda, hafif yapılı bir müstakil evde veya en üst katta yaşıyorsanız doğru olacaktır. Bu durumda da masa gerçekten sağlam olmalı, altı boş olmalı, cam parçaları olmamalı ve ince ahşap gibi kolay parçalanacak bir yapıda olmamalıdır.
Her odada deprem anında sığınılacak “yaşam üçgeni” konumlarının önceden belirlenmesi
Deprem anında ne yapacağınızı biliyor olmanız için her odadaki sığınma yerini önceden belirlemeli, ve tüm aile bireyleri ile konuşmalısınız. Bir odadaki yaşam üçgeni oluşturulabilecek yerleri belirlemek için kriterler şöyle;
– Yanında yaşam üçgeni oluşturulabilecek mobilya fazla yüksek olmamalı, devrilebilecek durumda olmamalıdır. Bu yüzden yüksek kitaplıklar veya derin olmayan buzdolapları uygun olmaz.
– Yaşam üçgeni oluşturulacak yere avize, televizyon, tabak çanak, cam raf, camlı kapak, ayna, çerçeve veya kitap gibi şeylerin devrilme riski olmamalı`dır.
– Yaşam üçgeni oluşturmak için iyi tercihler; çamaşır, bulaşık makinesi gibi alçak ve sağlam beyaz eşyaların, veya sağlam bir kanepe, şifonyer veya büyük bir sandık gibi alçak ve sağlam bir mobilyanın yanıdır.
– Yatak yanları da genelde uygundur. Bunu yatağın sağlamlığına, yüksekliğine ve etraftaki diğer mobilyalara göre değerlendirmek gerekir.
Deprem anı için genel kurallar ve küçük çocukla sığınmak
– Evde çocuk varsa deprem sırasında ilk önce ona ulaşılmalı. Bu yüzden çocukla odalar yakın olmalı.
– Eğer küçük bir çocuksa hemen kucağa alınmalı ve göğse yakın taşınmalı. Ve odasında önceden belirlediğiniz “yaşam üçgeni” alanına sığınılmalı. Deprem çantası yakında bulunmalıdır.
– Deprem sırasında her an camlardan uzak durulmalı.
– Kapı eşiğine sığınmak yaygın bir yanlış bilgidir. Kapı eşikleri genellikle sağlam olmaz.
– Deprem anında dışarıya kaçmaya çalışmak veya merdiven inmek/çıkmak tehlikelidir , depremin başlangıcında şiddeti öngörülemez ve yaralanmaların çoğu dışarıya kaçma çabası sırasında gerçekleşir.
– Özellikle zemin kat ve çıkışa çok yakın olmadıkça dışarıya kaçmaya çalışılmamalı, deprem geçip evin durumu anlaşılana kadar içeride sığınılmalıdır.
Tek çocuklu aile olmak…


Kardeş olmaması çocuğun yaşamını nasıl etkiler?
Tek çocuklu bir ailede anne-babanın çocuğa tutumları nasıl olmalı?
Bu aileler çocuklarının gelişim dürtülerini engellememeye, zihinsel ve psikolojik gelişimlerini desteklemeye önem verirler. Bu kaygıyla çocuklarını çok koruyup kollama eğiliminde olabilirler. Ortaya çıkabilecek her türlü problemde kendilerinde bir hata arama eğilimindedirler. Bu da çocuğa uygulayacakları disiplinde dengesizliklere yol açabilir. Örneğin çocuğun her isteğini karşılamaya çalışmak, tüm kararları çocuğa verdirtmek büyük sorunlara neden olabilir. Çünkü çocuklar kendi ihtiyaçlarının karşılanmasında diretseler de bir şekilde sınırlandırılmaya ihtiyaç duyarlar. Davranışlarına, yaşlarına uygun sınırlar getirildiğinde daha huzurlu, daha yaratıcı olurlar.
Tek çocuklar bütün çocuklar gibi uygun anne-baba tutumuyla problemsiz bir yaşam sürdürebilirler. Unutulmaması gereken konu çocuk sayısının değil anne-baba tutumunun önemli olduğudur.İlk üç yılda bütün çocuklar tek bir kişinin sürekli ilgisine muhtaçtırlar . Ve mümkün olduğunca anne ile temaslarının yoğun olması önemlidir. Bu dönemde çocukların bu tek kişilik yoğun ilgi ihtiyacı karşılanabilirse bu dönemi sağlıklı bir şekilde geçirirler. Ancak üç yaşından sonra tam bir sosyalleşme ve birey olma dönemine girilir. Yuva gibi sosyal bir kuruma gitmek bu dönemde çocuğun sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için önemlidir. Eğer çocuk böyle bir kuruma gidebilirse yine tek çocuk olmak bir sorun yaratmaz. Çünkü yaşıtlarıyla ya da başka çocuklarla bir arada olma, oyun oynama ve yaşantıdan deneyim kazanma ihtiyacı bu kurumlarda karşılanabilmektedir.
Sürekli anne-babasıyla ya da ailedeki diğer yetişkinlerle olmaya alışan çocukta güven gelişimi olumsuz etkilenir. Başka ortamlarda kendine güvenemez, anne-babaya bağımlı kalabilir. Bu da yetersizlik duygusu geliştirmesine neden olabilir ya da her ortamda ayrıcalıklı olmak ister. Olamadığında ise mutsuz olur ve sorun çıkarabilir. Ayrıca sadece yetişkinlerle olan çocuklar kendilerine yetişkinleri model aldıkları için kendilerinden beklentileri yüksek olabilir ve mükemmeliyetçi bir yapıya sahip olabilirler. Bu da en ufak hatalarında mutsuz olmalarına ve başaramama endişesine dönüşebilir. Bu nedenle yeni şeyleri ve durumları deneme konusunda, başaramama korkusuyla çekingen davranabilirler.
Tek çocuklu ailelerde çocuk için ayrılan özel zaman miktarı ister istemez çok çocuklu ailelere göre daha fazladır. Aileler zamanlarını iyi organize ederlerse çocuğun her tür psikolojik ihtiyacını karşılamaları için gerekli fırsatı bulabilirler. Tek çocuk olmanın belki de en önemli avantajı budur.
Tek çocukların ileriki yaşantıları nasıl etkilenir?
Tek çocuk olarak benmerkezciliği pekiştirilen, ilgi merkezi olmaya alıştırılan; her ihtiyacı, hiç geciktirilmeden karşılanan, sosyalleşmesine fırsat verilmeyen bir çocuk aynı ilgiyi ileriki yaşantısında da isteyecektir. Girdiği sosyal ortamlarda, okulda, işte, yakın ilişkilerinde aynı ilgiyi göremediğinde, öncelikli konuşma, karar verme hakkı ona verilmediğinde hayal kırıklığı, öfke yaşayabilirler, çevrelerine agresif davranabilirler.
Ya da tam tersi olarak yeterince sevilmeye değer olmadıklarını düşünüp içe kapanabilirler. Doyumsuz olabilirler, çabuk bıkarlar, mutlu olmaları birçok koşula bağlı olduğundan kolay mutlu olamazlar, paylaşmakta zorluklar yaşayabilirler. Sosyal ortamlarda kabul görmeyebilir, dışlanabilirler. İhtiyaç ve istekleri başkalarının istek ve ihtiyaçlarıyla çakıştığında erteleyemezler. Annelerine bağımlılıkları uzun sürebilir. Eleştiriye tahammülsüz olabilirler. Okulda ve iş yaşamında sebatsızlıklar ve uyum sorunları olabilir.
Unutulmamalıdır ki, bütün bu sorunlar aslında sadece tek çocuk olduğu için değil uygun olmayan anne-baba tutumları söz konusu olduğu için yaşanan sorunlardır.
Anne-Babalar ne yapmalı?
Tek çocuğa; öncelikle tek çocuk olarak değil, çocuk olarak davranın. Unutmayın ki sizin onun tek olmasıyla ilgili
kaygılarınızı çocuğunuz hissedecektir.
Standart disiplin yöntemlerini uygulayın, yaşına uygun kurallar koyun; bu kuralları kararlılık içinde uygulayın. Çocuk kurala uymanın keyfini, bundan yaşayacağı kabulün mutluluğunu yaşasın.
Beklemeyi, sabretmeyi öğretin; her istediğini anında karşılama çabasına girmeyin. Uygun olan; gerekli olduğunu düşündüğünüz isteklerini karşılayın. İsteklerinin yaşına ve sizin koşullarınıza uygun sınırları olmasını sağlayın.
Üç yaşından sonra yaşıtlarıyla ya da başka çocuklarla bir arada olmasını sağlayın. Yuvaya gönderme imkanınız yoksa bile çocuğu olan ailelerle görüşüp çocukların bir arada olmasına, oyun oynamalarına, arkadaşlıklar kurmalarına fırsat verin.
Onunla iyi iletişim kurun. Yalnız veya mutsuz hissettiğinde size duygularını anlatabilecek kadar yakın hissetmesini sağlayın.
Yapabileceğinden fazla şey beklemeyin. Hep mükemmel olmaya çalışmak çocuğu yorar ve başarısızlık korkusu artar.
Çocuğa söz hakkı verin ama bu, tüm kararları çocuğa aldırmak şekline dönüşmesin. Size uygun karar alternatiflerini sunun, çocuk sizin alternatiflerinizden birisini seçsin (örneğin; bu arabayı alamayız, paramız yetmiyor ama bu uçağı ya da gemiyi alabiliriz gibi)
Bireyselliğinin gelişmesini destekleyin. Giyinme, soyunma, yemek yeme, temizlik gibi her türlü öz bakımını yapmasına fırsat verin. Evde sorumlulukları olsun; size bağımlı olmadan kendi ihtiyaçlarını karşılaması için destekleyin.
Anneanne, babaanne gibi aile büyükleri genelde çocukların benmerkezciliklerini pekiştirici tarzda davranırlar onlara engel olun, sizin kullandığınız yöntemleri kullanmalarını sağlayın. Unutmayın ki çocuğunuzun psikolojik sağlığının ve kişilik gelişiminin birinci de recede sorumlusu onlar değil sizsiniz.