Boşanmanın Çocuk Üzerinde Psikolojik ve Sosyolojik Etkileri


“Çocuklar ve Boşanma Üzerine”
Çocukların boşanmadan nasıl etkilendiklerine dair sayısız araştırma vardır. Ancak bu araştırmaların bulgularının çoğu çelişkiler içerir ve birbirleriyle örtüşmemektedir.Genellikle boşanmanın herkesi aynı şekilde, olumsuz etkilediğini iddia eden çalışmaların, klinik popülasyonlarla yapılmış olduklarıve elde edilen sonuçlaraın genellenmesi sorunları burada da dikkatimizi çeker.
Çocuklar için boşanmanın stresli, kayıplarla karakterize olan bir dönem olduğu aşikardır. Ancak boşanmadan etkilenişleri çeşitli faktörlere bağlı olarak farklılıklar gösterir:
Yaş, cinsiyet, başa çıkma tarzları, kendine güven, var olan sosyal ilişkiler, boşanma sonrası düzenlemeler, aile içi süreçler vb. Ve kriz tanımları araştırmalar, azalan ebeveyn desteğinin, ev – içi denetimin, ebeveynler arası süregelen çatışmaların, maddi sıkıntıların ve ard arda gelen değişimlerin çocukları çok zorladığını ortaya koymaktadır. Ancak boşanmadan olumsuz etkilenen çocuklar olduğu kadar, “daha olgunlaşarak” bu deneyimden geçen çocuklarda mevcuttur:
Boşanmanın çocuğa yaşına ve kavrayışına uygun bir dille anlatılması, boşanma sonrası düzenlemelerin çocuğun ihtiyaçları göz önünde tutularak yapılması ve anne & babanın çocuklarının geleceği için belirli bir anlaşma içerisinde olabilmeleri çok önemli belirleyicilerdir.
Tüm bu faktörlerdeki farklılıklar yüzünden, çocukların boşanmadan mutlaka belirli düzeyde etkilendikleri söylenebilir.
Ülkemizde ve dünyada bunu destekleyen bir çok araştırmalar yapılmıştır.Çocukların depresyonlarını benlik kavramlarını etkilemektedir.
Boşanma sonucunda aile dağılmakta ve bunun etkileri en çokta çocuk üzerinde olmaktadır.
Çocuklarda akedemik başarılarını,zihinsel zeka düzeyini,psikolojik durumlarını etkilemektedir.
Bireyler
Yeniden evlenme kararı aldıkalrında bunu ailelere açıkladıklarında ve yeni ailelerini oluştururken yaşamlarını yeniden düzenleme anlamında yeni bir adım atılmış olur.
Ancak bu aşamada duygusal gerilim yine yükselecektir.Çocukalrda üzgün ve düşmanca tavırlar ortaya çıkabilmekte ve çocukalrda depresyon görülebilmektedir.
Boşanma
Yetişkinler ve çocuklar için belirgin zorlukları beraberinde getirmektedir.Fakat günümüzde boşanmalarda hızlı bir artış vardır bu sebeble, kişilerin çocukları için ve kendileri için danışmanlık hizmeti almalarında büyük yarar vardır.
Böylece boşanmanın getirmiş olduğu olumsuzlukları en aza indirmek mümkün olacaktır.
Ülkemizde boşanmaların artmasıyla boşanma danışmanlığı, evlilik danışmanlığı konularında hizmet veren kurum ve kuruluşların sayısı artmıştır bu sevindirici olmakla birlikte, bu konuda
Hiç eğitim almamış kişilerde bu işleri yapmaya çalışmaktadır.
Halkımızın böyle uzmanlara başvurmadan önce bu konuyla lgili araştırmalar yapıp o şekilde karar vermelidirler.
Sadece internetteki reklamlarla uzmanlara gidilmemeli o kişilerin gerçekten bu konunun uzmanımı değilmi, bu konuyla ilgili eğitimi varmı bu mutlaka araştırılmalıdır.
Çünkü konumuz insan ve çocuk tur, çocuklar deneme tahtası değildir.Bu açıdan ailelerinde duyarlı davranıp bu konunun gerçek uzmanarına kendilerini ve çocuklarını teslim etmelidirler:
Uzmanımız
Çocuk İstismarı ve İnternet


İnternette oyun oynamaya ya da arkadaşlarıyla konuşmaya çalışan 8-9 yaşlarında bir çocuk, hiç ummadığı anda kendisine müstehcen sözler söyleyen bir sapıkla ya da pornografik içerikle karşılaşınca ne hisseder, ne düşünür?
Bu sorunun cevabını Uzman Pedagog Soner Koşan sizler için verdi:
Öncelikle 8, 9 yaşlarındaki çocukların psikolojik durumu ve gelişimini kısaca bir anlayalım.
8, 9 yaşlarındaki çocuklarda gelişkin bir hayal gücü mevcuttur. Şakadan hoşlanırlar, hareketli, dikkatsiz, tartışmayı seven arkadaş canlısı ve meraklıdırlar. Eleştirirlerden çabuk etkilenirler, rizikolu işler yapmayı severler. Kafasına koyduğu şeyi yapmak için büyük çaba sarf ederler. Çabuk inanırlar, Kendi dünyasına inen herkesi kolaylıkla kabul ederler. Arkadaş çevresini güçlendirmek için birçok bilmediği ve anlamadığı işleri rahatça yapabilirler. Yani etkileşime çok hazırlardır.
Aynı zamanda isyankâr bir yapıda beraberinde gelişir, kendine güven duygusu geliştiğinden birçok şeyi kendisi doğru bildiğine inanır ve inat da olsa yapabilecek bir potansiyele sahiptir. Daha çok ödül ve sonuç için çaba sarf ederler.
Ülkemizde bu yaşlara gelen çocuklara sağlıklı ve genel bir cinsel eğitim veya söylem olamadığından. Bu konulardan bihaber yaşarlar. Yani bu konular bu yaşlardaki çocuklar için kapalı karakutu gibidir. İlk kim bu karakutuyu açarsa o öncelikli olur.
Maalesef ki bu konuyu açan kişiler bu internet ortamında hiç de sağlıklı değil. Ve Gördüğünüz gibi bu yaşlardaki çocuklar hiç ummadığı bir internet ortamında ve fazla bilgisi olmadığı alanda bu tür müstehcen veya pornografik sitelerle karşılaştığında önce merak uyandırır. Bu merak onu öğrenmeye sormaya itse de öğrenecek şeyler yalnızca çarpık ve gayri ahlaki bilgiler ve faaliyetler olacağından o yaştan itibaren cinselliğe daha farklı ve önyargılı bakma yetisini kazanacaktır.
Çünkü bu öğrendiği şeyleri annesine veya babasına sorduğunda çoğunlukla ya babasından, annesinden sözel ve şiddetsel tepki veya sorularına cevap bulamayacağından tekrar onu o yere yani internet dünyasına kanalize edecektir. İnternet; bu yaştaki çocuklar için kendisi için tehlikeli ve yanlış çıkarımlar yapmasını sağlayacağından, buda çocuğun sağlıksız ve daha sonraki yıllarda çıkacak ciddi cinsel ve sosyal sorunların ilk temeli olacaktır.
UZMANIMIZ
Fobi Nedir? | Çeşitleri Nelerdir?


Çoğumuz çeşitli şeylerden korkarız. Bu korkularımız hayatımızın çeşitli dönemlerinde değişiklikler gösterebilmektedir. Çocukluk döneminde özellikle anne-baba ya da diğer bakım veren kişiler yanımızda olmadığında , onları göremediğimizde korku duyarız, onların bizi terk ettiğini düşünerek, korkar, ağlarız. Yaşımız 1.5-2 yi aşınca artık anne babamız yanımızda olmayınca onların bizi terk ettiği düşüncesi, yerini onların sevgisini kaybedebileceğimiz düşüncesi almaya başlar. İlerleyen günlerde ailemizle yaşantılarımızdan kazandığımız, onlarla olan ilişkimizin bize kazandırdığı güven hissi ile artık kendi kendimize kararlar verir, hareketlerimizi kendi hedeflerimiz doğrultusunda planlar ve yürütürüz. Ancak ailede eğer anne baba geçimsizliği, şiddet ortamı, çocuklara gerekli sevgi ve ilginin gösterilememesi, onlara taşıyabilecekleri yeterli sorumluluklar verilmez, arkadaş ilişkileri için gereken oyun ve yaşıt desteği sağlanamaz, iyi örnek olunamazsa o durumda özgüven eksikliği ve korkuların oluşumuna yol açılabilir. Korkuların daha ileri şekli ise fobilerdir.
Fobileri alelade korkulardan ayıran özellikler, korkuyla oluşan sıkıntı ve gerilimin belli bir nesne ya da duruma bağlı olması; korkunun boyutunun olayı tetikleyen korku objesi ya da duruma kıyasla orantısız ve abartılı bir düzeyde olması; kişinin kendi verdiği tepkisinin anlamsız ve aşırı olduğunun tümüyle farkında olması; o korku nesnesi ya da durum ile karşılaşmaktan ısrarla kaçınması ve eğer karşılaşırsa aşırı düzeyde çarpıntı, nefes alamama, ter leme, sıcak basması, mide bulantısı hatta bayılma gibi durumlara yolaçarak, kişinin hayatını kısıtlamasına sebep olmasıdır. Kişi o hale gelir ki, sokağa çıkamaz, ya da tek başına kalamaz, bazı yerlerden geçemez, bu durum kişinin yakın çevresindekileri de olumsuz etkileyerek, onların da durumun getirdiği sıkıntılı durumları yaşamasına sebep olur ve kişinin çevresi ile sorunlar yaşamasına, sosyal ya da mesleki işlevselliğinde bozulmalara yol açabilir. En sık görülen fobiler arasında hayvan fobileri ( kedi, köpek, fare, kuş gibi), yükseklik, şimşek, gök gürültüsü,karanlık ve kapalı alan, uçak,kan- enjeksiyon, dişçi korkuları gelebilmektedir. Klastrofobi dediğimiz kapalı yer korkusu özellikle kendini asansör, yollardaki tüneller, sıkışan trafikte arabada kalmak, banyo ve duş kabinleri, havasız basık odalar ve MR görüntüleme cihazlarında kendini hissettirmektedir. Agorafobi ( açık alan korkusu) toplu bulunulan yerlerden korkma olup, pazarlar, alışveriş merkezleri, kalabalık caddelerde , sinema ve tiyatrolarda, yabancı mekanlarda kendini gösterebilmektedir. Agorafobi genellikle birikim yapan stresli koşulların sonucunda oluşabilmektedir. Hayvan fobisi olanların dörtte bir kadarı korkularının başlangıcı için kendileri için travmatik bir olayı hatırlayabilmişlerdir.
Toplumun % 5-10 kadarında rastlanmaktadır.Kadınlarda erkeklere göre 2 kat daha sık görülmektedir.hayvan fobileri ortalama 7 yaşında, kan görme korkusu 9 yaşta, dişçi fobisi ise 12 yaşta başlamaktadır. Klastrofobi ve agorafobi 20 yaş civarı zirve yapmaktadır. Yapılan bazı çalışmalarda bu kişilerin yaklaşık % 70’ inde ebeveynlerden birinde bu tür bir fobi olduğu gözlenmiştir. Gerçekte korku yaratmayacak bir objeye, aktiviteye veya duruma karşı aşırı korku duyma ve kaçınma davranışında bulunmaya fobi denir. Fobik kişiler belli bir durum, nesne veya aktivite ile karşılaştığında aşırı anksiyete duyar. Kişiler korkularının saçma olduğunun farkındadır, ancak korkularını mantıksal düşünerek engelleyemezler. Bu korkular fobik kişilerin günlük işlevlerinde bozulmaya neden olur. Fobiler toplumda sık görülür. Araştırmalarda toplumda %10 oranında fobik olduğu söylenmekle birlikte tahminen bu değer %25 dolayındadır. Araştırmalarda fobi sıklığının beklenenden düşük çıkmasının en önemli nedeni bu kişilerin hastalıklarının farkında olmaması ve tedaviye başvuruların az olmasıdır. Kadınlarda erkeklere göre daha sık görülür. Sosyal fobi genelde gençlik yıllarında özellikle karşı cinse ilginin arttığı dönemlerde ortaya çıkar.
FOBİ NEDENLERİ NELERDİR Fobilerin gerçek nedenleri bilinememektedir. Öne sürülen fobi nedenleri türlerine göre değişmekle birlikte aynı fobi türünde de hastadan hastaya değişiklik gösterir.Ruhsal rahatsızlıkların çoğunda olduğu gibi fobilerde de neden biyolojik, genetik ve çevreseldir. Genetik yatkınlık: bazı özgül fobilerde genetik yatkınlık fazladır. Örneğin kan aldırma veya enjeksiyon yaptırma fobisi olan kişilerde ailede benzer hastalık normal topluma göre daha sıktır. Ancak bu yatkınlığın genetik veya çevresel etkenlere bağlı olarak gelişip gelişmediğini aydınlatacak araştırmalar henüz yetersizdir.
Nörokimyasal nedenler: bazı insanlarda adrenalin ve noradrenalin salınımının fazla olmasının veya etkilenen organların bu maddelere normal insanlara göre daha duyarlı olmasının bu hastalığa yol açtığı ileri sürülmektedir. Verilen ilaç tedavileri de bu maddelerin salınımını veya bedensel duyarlılığı azaltmaya yöneliktir. Psikiyatride fobilerin geçmiş yaşantılara bağlantılı olarak geliştiği yolunda ispatlanmamış çeşitli teorileri mevcuttur. Watsonun öğrenme teorisinde fobilerin şartlandırılmış refleks davranışlar sonucu oluştuğu ileri sürülür. Bu teoriye göre daha önce kaygı uyandırmayan bir uyaran kaygılı bir uyaran ile bir araya geldiğinde öğrenme yolu ile kaygı uyandıran bir uyaran haline gelmektedir. Örneğin asansör korkusu olmayan bir kişi elektrik kesintisi ile asansörde mahsur kalma sonucunda asansör korkusu geliştirebilir. Bu olay öncesinde rahatlıkla asansöre binebilirken asansöre binemez hale gelebilir veya asansöre bindiğinde aşırı kaygı duyma görülebilir Freud’a göre fobiler bilinç dışı çatışmalarla ilgilidir ve ödipal kompleks ile ilişkisi vardır. Bastırılmış, bilinç dışına itilmiş bazı korkular yer değiştirerek normalde kaygı yaratmayacak bir nesne veya duruma yöneltilir ve bu şekilde fobiler gelişir. Yapılan araştırmalarda sürekli strese maruz kalan çocuklarda yaşamın ileri dönemlerinde yaygın fobik davranışlar görülebilmektedir. Sürekli stres yaratan nedenler arasında erken yaşta anne veya babanın kaybı, anne veya babadan ayrılma, ev içinde şiddete maruz kalma sayılabilir. Bazı bedensel hastalıklar , nörolojik ve psikiyatrik hastalıklarda fobik semptomlar görülebilir. Bu rahatsızlıkların ayırıcı tanı yapılırken dikkate alınması gerekir.
FOBİ BELİRTİLERİ NELERDİR ?
Korku yaratan obje, durum ya da aktivite ile karşılaşıldığında anksiyete belirtileri ortaya çıkar. Panik atakta görülen belirtilerin hemen hepsi fobik durumla karşılaşıldığında ortaya çıkabilir. Bu belirtilerden bazıları şunlardır:
Çarpıntı , Yüz kızarması , Titreme , Terleme , Bulanık görme , Nefes darlığı , Ağız kuruluğu , Yutkunma güçlüğü v.b.
Sosyal fobinin panik bozukluktan tek farkı belirtilerin belli durumlarda ortayaçıkmasıdır. Panik bozukluğu olan kişiler ne zaman panik atak geçireceklerini bilirler ve panik atak geçirmemek için fobik durumlardan kaçınırlar. Örneğin asansör korkusu olan kişiler asansöre bindiklerinde panik atak geçirebilirler ve bundan korunmak için üst katlara merdivenlerden çıkıp inmeyi tercih ederler bu şekilde panik atak gelmesini önlerler. Yine uçak korkusu olan kişiler uçağa binmek yerine başka vasıtaları kullanarak yolculuk etmeyi tercih ederler. Fobisi olan kişiler bu kaçınma davranışını kullanarak panik atak gelişmesini önlerler. Panik bozukluğu olan kişilerde fobilerden farklı olarak panik ataklarının ne zaman, nerede geleceği belli değildir ve atağın gelmesi genelde önlenemez.
FOBİ ÇEŞİTLERİ NELERDİR?
Agorafobi:Agorafobi kişinin kolayca kaçamayacağı ortamlara girdiğinde ortaya çıkan yaygın anksiyete duygusudur. Yalnız başına sokağa çıkmak, kalabalık bir alanda bulunmak veya araba, otobüs ve uçak gibi araçlarla seyahat etmek bu yerler arasında sayılabilir. Sık görüln fobilerdendir. Sokakta rahatsızlanacağını düşünen bu kişiler evden dışarı çıkamaz hale gelir. Panik atak geçirenlerde agorafobi sıktır.
Özgül Fobiler: Özgül fobiler belli obje ve durumlara karşı aşırı korku duymak olarak tanımlanabilir. Korku duyulan obje ve durumla gerçek hayatta karşılaşma veya televizyon ve gazete gibi basın yolu ile karşılaşma aynı şekilde korku yaratabilir. Özgül fobiler genelde çocukluk çağlarında başlar, ancak yirmi yaşlarında rahatsızlananlar da sıktır.
Sık görülen özgül fobiler şunlardır:
Hayvanlar (yılan, köpek, kuş v.b.) Böcekler (örümcek, arı v.b.) Yükseklik korkusu Asansör korkusu Uçağa binmek yada araba kullanmak Kan görmek veya enjeksiyon yaptırmak v.b.
Fobi türleri burada tek tek anlatılamayacak kadar çoktur. Hepsi ayrı ayrı tanımlanmıştır ve yeni fobiler de tanımlanmaya devam etmektedir.
Sosyal Fobi:Sosyal ortamlarda başkaları tarafından inceleme altında tutulduğu korkusu performans gösterilmesi gereken durumlarda eleştirilme yada küçük düşme korkusunun yaşanmasıdır.Ve kişi bu korkunun yaşanmasından kurtulamak için bu tür sosyal ortamlara girmekten kaçınır. Kaçınma nedeniyle kişinin sosyal mesleki yada aile yaşamı etkilenir.
FOBİ TEDAVİSİ NASIL YAPILIR?:
Fobiler tedavi edilmediği taktirde çok uzun zaman devam edebilir, aslında tedavi olmaksızın düzelen hasta sayısı azdır. Fobi tedavisinde amaç kişinin kaçınma davranışını önlemek ve belli durumlarda ortaya çıkan anksiyeteyi azaltmaktır.Tek başına ilaç tedavisi genelde yeterli değildir. Bunun için antidepresan ilaçlarla birlikte değişik psikoterapi yöntemleri uygulanabilir. Fobilerde en sık kullanılan terapi yöntemi yüzleştirme (exposure) tedavisidir. Bu yöntemde hastanın korku yaratan durum veya nesnenin üzerine giderek ortaya çıkan anksiyete ile başa çıkması öğretilir. Anksiyete ile başa çıkma tedavisinde gevşeme teknikleri ve bilişsel davranışçı tedavilerden yararlanılır. Terapi grupları, aile tedavisi ve bireysel psikoterapiler kullanılan diğer terapi yöntemleridir. Tedavi süresi hastalığın şiddeti, yaygınlığı ve hastanın özelliklerine göre değişir. İlaç tedavisine yanıt ilk birkaç haftada alınır. Ancak tam düzelme daha uzun zamanda gerçekleşir. Tedavi ile tam düzelme sağlansa da ilaçlara bir yıl devam etmek gerekir. İlaçları doktor kontrolünde kullanmak ve kontrollü kesmek önemlidir. Bazı hastalarda daha uzun süre tedaviye devam etmek gerekebilir. Fobiye bağlı olarak alkol bağımlılığı gelişmiş ise fobinin tedavi edilmesi ile bağımlılığın tedavisi kolaylaşır. Altta yatan fobi belirtilerini ortadan kaldırmadan bağımlılıktan kurtulmak zordur.
Çocuk Merkezli Aileler


Çevremizde görüştüğümüz pek çok ailenin yaşadığı sorunlardan biri çocuğa söz dinletememektir. Oysa anne ya da baba birbirine sözünü dinletebilir, çok saygılı davranmaya özen gösterdikleri büyükanne ya da büyükbabalara da tatlılıkla söz dinletebilir, fakat küçük yumurcağa gelince bu konuda başarılı olamadıkları görülür. Bu konu, zamanla, onları hem sıkıntıya hem de türlü kaygılara sürükler. Çünkü evde bir tek onun istekleri geçerlidir. Anne – Baba çocuğun türlü sorunları dile getirilir, çözüm arayışları içinde ne yaparlarsa yapsınlar, bir türlü söz dinletemediklerinden söz edilir. Ayrıca, bir sözü de söylemeden edemedikleri görülür, “asıl hata bizde, biz de çok hatalıyız ama ne yapabiliriz?”. Bu söylediklerine hak vermemek mümkün müdür? Evet söylenenler doğrudur. Çünkü çevremizdekilere sözümüzü dinletirken ne yapacağımızı bilip tepkilerimizi ona göre sıraladığımız halde, çocuğumuza gelince bunu başaramayız. Bebek doğmadan öncesinden başlamak üzere bizler çevreden gelen uyarıları dinliyor ya da izliyoruz. Bir anne-babanın kucağındaki ya da elinden tuttuğu çocuğa hayran hayran bakıyoruz. Oysa biz ne kadar imrenirsek imrenelim, genel olarak çok beğendiğimiz çocuğun da yaşattığı türlü sıkıntılar olabileceği kesindir. Örneğin; yemek yememe, başkaları ile iyi geçinememe, kendi sorumlulukları olan şeyleri başkalarından bekleme, istediğini elde etmek için türlü yöntemlere başvurma, ilgi çekebilmek için yaratılan istenmeyen davranışlar gibi… Peki tüm bu istenmeyenleri çocuk kendiliğinden mi icat etmektedir? Asla!
Her çocuk çekirdek aile ortamında gözünü açar, anne-babasını ve daha sonra çevresindekileri örnek alır. Çocukların büyük bir saflık içinde dünyaya geldikleri yadsınamaz. Bu saflık onun hiçbir şey bilmediğindendir. Ona her şeyi öğretecek olan en güçlü etken anne-babasıdır, fakat öğrenme sürecinde tek şey bütün doğruların önünü keser. Duygusallığımız… Bebek artık bazı şeyleri yapabilecek duruma geldiği halde, duygusallığımızın tutsağı olarak hemen atılıp bizler yapmaya kalkışırız. Çünkü onun büyümekte olduğunu ve neyi ne zaman yapması gerektiğini bir türlü düşünemeyiz. Bize göre o hep bebektir. Üzülmesin, zorlanmasın diye bebekken yaptığımız gibi yiyecekleri ezerek vermeyi sürdürürüz. Gittiğimiz evdeki çocuk onu üzüyor diye ev ziyaretlerini azaltırız. Bir şey istediğinde, elde edebilmek için, hele hele ağlıyorsa adeta dünyamız yıkılır, ağlamaması için, gerekmeyenleri de gerçekleştiririz. Çünkü o emretmektedir, biz de yerine getirmekteyiz. Bu sayılanların hepsini belki yapmayabiliriz ama, ona hitap şeklimiz bile “bebeğim” değil midir? Aslında ona sorulduğunda bebekliği asla kabul etmediği halde, her nedense, ona “bebeğim” deriz. İstediklerimizi yaptırabilmek ya da bu konuda başarılı olabilmek için neler yapabiliriz, bu konuda neler düşünebiliriz?
Gerek çocuk uzmanı doktorları, gerekse biz pedagog ve psikologların uyarıları, anne-babalara yol göstermektedir. Örneğin; bebek beslenmesinde, zamanı geldiğinde, yavaş yavaş katı gıdalara geçilmesi gerektiği belirtilince bazı ailelerin bunlara kulak asmadığı, anne-baba duygusallığı ve evdeki deneyimli diğer büyüklerin etkisiyle çocuğa pütürsüz ve de yalnızca istediği şeylerden başkasını yedirmediği, evde bolca oyuncak varken yenilerinin sık sık alınmaması konusunda yapılan uyarıların tutulmadığı, anne ve babanın çocuğa yaptığı uyarıları diğerinin bozmaması konusunda öğütlenenlerin tersinin uygulandığı zaman çocuğun ev içi hakimliğini daha da pekiştirmiş oluruz. Bu gibi durumlarda çocuğun ikilemde kalması ile belirgin bir kalıp oluşturarak kendini kabullendirdiğinde, artık yapılacak şeyin, uzmandan tekrar yardım almaktan başka yolu kalmaz. Uzmanın öğütlerinin bir kısmı, işimize öyle geldiği için tutulmayınca yumurcak ev içinde tek sözü geçen birey olur.. Peki ev içinde neler yapılmalıdır?
Bebeklikten başlamak üzere, çocukların istedikleri, belki de tek şey, ilgi çekme isteğidir. Bu isteği benimsetebilmek için çocuk yavaş yavaş türlü yollar dener. Öyle bir zaman gelir ki, artık çocuğun isteyip de yaptıramayacağı pek bir şey kalmaz. İşte problem çocuk denen ve de bizlerin yarattığı bu yapıt karşısında ne yapacağımızı şaşırırız. Oysa bu durum belirmeden önce; isteklerin de bir sınırı olduğu ve bazıları yapıldığı gibi, bazılarının asla yapılamayacağını çocuğun kabullenmesi sağlanmalıdır. İstediğini elde edebilmek için ağlıyorsa, kendini yere atıyorsa, bağırıp çağırıyorsa, hatta vurmaya başvuruyorsa, tükürüyor ya da kötü söz söylüyorsa, istenmeyen davranışlarını yinelemekle bizi tehdit ediyorsa, yapılacak şey, ortaya koymaya çalıştığı eylemi ile yalnız başına kalmasını sağlayabilmektir. Bunu yaparken, o anda yapmakta olduğumuz işimize devam edip, onunla asla ilgilenmemeliyiz. Çocuklar genel olarak engel olmak istediğimiz şeyleri yapmaktan çok hoşlanırlar. Yani “yapma!” dedikçe yaparlar. Ve küçük olmalarına karşın, bu durumda bizi çileden çıkarabilmenin yollarını ararlar ve sonunda da başarılı olurlar. İstediği bir şeyin alınıp alınmayacağına karar verenin ancak bizler olması gerektiğini kabul etmelidirler. Fakat bu konuda verdiğimiz kararlar kesin olmalıdır, verilen karardan asla dönülmemelidir. Çocuk bizlerin tutumuna alışmışken bir zaman sonrasında, elde etmenin yollarını bulmak için yine kendi yöntemlerini uygulamaya kalkışabilirse de, bizler ona karşı kesin tavırlarımızı sergileyip, ilgi çekme isteğini kırmak için uğraştığımız işi sürdürmeliyiz. Şimdi burada diyeceksiniz ki; çocuk sevilmediği duygusunu yaşamaz mı?
Çocuklar çok, hem de çok sevilmeye muhtaçtırlar. Onları sevmenin tek yolu kucağımıza alıp öpmekten başka şeyler de olabilir. Gözümüzün içi gülercesine bir bakış, yaptığı ya da başardığı bir şeyi takdir edici sözümüz, yapmaya başladığı bir işi becerebilmesi için onu yüreklendirici sözler, çok sık olmamak koşuluyla verilen bir armağan, elinden tutup alış-verişe, gezintiye götürmek, son olarak da gerek anne, gerekse babanın (iş dönüşü ya da çocuğun yuvadan gelişi sırasında) evde onunla ilk karşılaştığında, ilk iş olarak, beraberce oyuncakları ile oyun oynanması çocuğun sevgiye olan gereksinimini karşılamaya yetecektir. İşte bu durumda bencilliği yani eve hakimiyeti öne çıkmadan bir şeyleri çevresindekilerle paylaşmanın mutluluğunu yaşayacaktır. Ve de “ille de benim istediğim olacak” fikrinden sıyrılmanın rahatlığını duyacaktır. Ev ise çocuk merkezlilikten, eşit paylaşımın rahatlığına erecektir.
Çocuklar, bizler gibi değil; gerektiği oranda, duygusallığımızın ağır basmayacağı, çok kararlı davranışlarımızı örnek alacağı, disiplin sınırlarını benimseyeceği, sorumluluklarını üstleneceği, karşısındakinin fikirlerine saygı duyacağı ortamlarda olgunlaşabilirler. Böyle yetişmiş bir çocuğun bulunduğu ortamda sıkıntılı bir durumdan söz etmek mümkün olur mu?. . .Yetiştirme kurallarına bizler uyduğumuz zaman, çocuk çok iyi yetişmiş olacaktır.
Çocuklarda Beslenme


Anne sütü ile beslenen bebeklere 6. ayda ek besinlere baslanir. Anne sütünün tadi annenin yediklerine göre degisir. Bu nedenle anne sütü ile beslenen bebekler ek besinlere geçiste daha az sorun yasarlar. 6. aydan itibaren bebegin enerji gereksinimi sadece mamalarla veya anne sütü ile çogu kez yeterli olarak karsilanmaz. Anneden aldiklari demir ve çinko depolari 6 ay civari tükenir.
6. aydan itibaren çene ve dil koordinasyonunu giderek artmasi da ek besinlere geçisi kolaylastirir. Ek besinlere geçisin uzunca bir süreç oldugu akilda tutulmali ve bebek az yedigi veya isteksiz oldugu zamanlarda anneler telasa kapilmamalidir. Bebegin hem yemek ritüeline alismasi ve sosyallesmesi; hem de yavas yavas yeni tatlar tanimasi için 5 -5,5 ayliktan itibaren sofraya alinip kizartma ve baharatli gidalar disindaki sebze yogurt gibi gidalarin –bebek istekliyse- tattirilmasi önerilmektedir. Bebekler muhafazakardir. Bu nedenle bebegin bir gidayi sevip sevmeyecegini anlamak için araliklarla 8-10 kez denenmesi uygundur.
Bebege ilk baslanacak gidalar sebze ve meyvelerdir. Yurt disinda bazi merkezlerde tahil önerilmektedir. Ama tahilli mamalar genellikle vanilya ve seker içerdikleri için bebekler daha sonra dogal tatlar olan sebze ve meyvelere daha zor alismaktadir. Ek gida baslanirken en önemli iki prensip ek gidalari küçük miktarlarda baslayip giderek arttirmak ve iki yeni gida arasinda olabilecek gida reaksiyonlarini gözleyebilmek için 4-5 gün zaman birakmaktir. Bebek oturur pozisyonda beslenmelidir. Besinler kasikla verilebilecek kivamda olmalidir. Emmeye alisik olan bebek ilk kez kasikla beslendiginde kasigi-kasikla yemeyi bilmedigi için- diliyle itebilir.
Bu durum besin reddi olarak degerlendirilmemelidir. Yeni besinleri aç karnina denemek önerilir. Elma ve/veya seftali püresi, pirinç unu ile hazirlanmis muhallebi ve yogurt ilk baslanacak ek besinlerdir. Allerji yapma riski olan turunçgiller, yumurta, ekmek, balik ilk verilecek ek besinler arasinda yer almaz. Çilek, kivi gibi tropikal meyveler de 8 aydan sonra ve dikkatle denenmelidir. Sebze püresi meyveler posali olarak yenebildigi andan itibaren verilebilir.
Baslangiçta havuç, patates, pirinç ve yag eklenerek hazirlanir. Zaman içinde maydanoz, kabak, ispanak kereviz, karnabahar gibi sebzeler -3 ila 5 gün araliklarla- eklenebilir. Sebze çorbasi yaparken olabildigince mevsim sebzeleri kullanilmalidir. Pirasa ve taze fasulye gibi sebzeler püre haline getirilmeleri zor oldugu için erken dönem sebze pürelerine konmazlar. Baklagil grubu 7-7,5 aydan sonra önerilir. Patlican besleyici degeri olmadigi ve bol nikotin içerdigi için; bakla ise nadir bir hastalik olmakla birlikte favizme yol açabilecegi için önerilmez.
Sebze çorbasi baslandiktan sonraki 1-2 hafta içinde bebegin anne kaynakli demir depolari da tükendigi için demirden zengin gidalar beslenmeye eklenir. Kirmizi et, tavuk etinin beyaz olmayan kisimlari ve karaciger (1-2 hafta araliklarla 1 köfte kadar) diyete eklenebilir. Yumurta sarisi, kuru baklagiller demirden zengin ama emilimi düsük besinlerdir. Bu besinlerdeki demirden daha iyi yararlanmak için C vitamininden zengin domates, turunçgiller , aci olmayan sivri biber gibi besinlerle birlikte tüketilmesi önerilir. Yesil yaprakli sebzeler de demir kaynaklari arasindadir. Örnegin sebze çorbasina 1 yaprak ispanak veya pazi konabilir. Yesil yaprakli sebzeler bekletildiginde nitrit olusumunun artacagi unutulmamali ve yesil yaprakli sebzeler günlük tüketilmelidir.
Anne sütü ile beslenen bebeklere 3 ögün, anne sütü almayan bebeklere is 5 ögün ek besin verilebilir. Ek besinler 4-7 ay arasi püre; daha sonrasinda ise ezilmis-parçalanmis olarak verilmelidir. Çocuklarin pütürlü yemeleri için dise ihtiyaçlarinin olmadigini ; damaklarini kullanarak pütürlü besin alabileceklerini akilda tutmak gerekir. Bu nedenle bebege pütürlü gida vermek için dis çikmasini beklemek gereksizdir.
*** Meyve püresi: Meyveler çok tok tutmayacagi için ara ögün saatlerinde sabah 9:30-10:30 gibi veya ikindi de verilir. Ilk verilecek meyveler mevsimine göre elma-armut veya kayisi- seftalidir. Meyveler cam rende ile rendelenir ve kasikla verilir. Miktar giderek arttirilarak bebegin bitirebilecegi büyüklükte bir kaseye ulastirilir.
*** Sebze çorbasi: Yarim küçük patates, yarim küçük havuç , 1 tatli kasigi silme pirinç ve bir yemek kasigi yag ile hazirlanir. Sebzeler yikanir, kabuklari soyulur ve küçük küpler seklinde dogranir. Küçük bir tencerede (tercihan çelik) 2 su bardagi su ile pisirilir. Sebzeler yumusadiginda çatalla ezilerek bebege verilir. Yag olarak zeytin yagi tercih edilir. Zaman içinde 5-7 gün araliklarla 1 köfte kadar kiyma, mevsimlik sebzeler, bulgur, mercimek eklenir. Sebze çorbasi ögle ögününde verilir. 1/8 çay bardagi ile baslanarak bebegin bitirebilecegi büyüklükte bir kaseye dek arttirilir. Tercihan tuz kullanilmaz, ama bebek yemiyorsa biraz tuz eklenebilir.
*** Kiyma: 6. ay sonundan itibaren, bebeginiz tam bir öün sebze püresi almaya basladiginda 1 ögünlük sebze püresine 1-2 çorba kasigi kadar kiyma ilavesi yapilabilir.
*** Yumurta: Ilk baslangiçta kati olarak ve yalniz sarisi verilir. Her defasinda biraz daha arttirilarak 1 hafta içinde bütün sariya ulastirilir. Özellikle sicak havalarda gün asiri verilmesi önerilir. Yumurta aki alerjen oldugu için 1 yasa dek önerilmez.
*** Yogurt: Ilk verilecek ek besinlerdendir. Genellikle ikindide önerilir. Muhallebi uyerine de verilebilir. 1 litre süt kaynatilir. Birkaç dakika , parmak dayanincaya dek (40 derece) sogumaya birakilir. 1 çorba kasigi yogurt 1-2 çorba kasigi sütle sulandirilarak eklenir ve yavasça karistirilir. Haraeket ettirilmeksizin sicak bir yerde 6-7 saat bekletilir. Yogurt mayalamak için makineler de kullanilabilir.
*** Tahilli çorbalar: 7. aydan itibaren mercimek, yogurtlu yayla, acisiz tarhana çorbalari verilebilir.
*** Köfte: Yagsiz, sinirsiz dana veya sigir kiymasindan çok az ekmek ufagi, ve az tuz ilavesi ile hazirlanir. 8-9 aydan itibaren içine kimyon, nane ilave edilebilir. Yagsiz tava veya izgarada içinin de pismesine dikkat dilerek hazirlanir.
*** Muhallebi.: Ilk verilecek ek gidalardandir. Sebze püresinden 1-2 hafta sonra baslanir. Formül sütler veya hazir kasik mamalari kullanilarak yapilabilir. Formül süt ile yapilirken 1 su bardagi(200ml) su 2-3 tatlin kasigi pirinç unu karistirilarak pisirilir. Atesten indirilir. Sogumaya yakin 6 ölçek mama katilir. Gerekirse tel süzgeçten geçirilerek yedirilir. Ilk 12 ayda bebegin günlük süt gereksiniminin inek sütü ile karsilanmasi önerilmez. Çünkü bu dönemde bagirsak geçirgenligi fazla oldugu için alerji sik görülür. Bu nedenle en azindan ilk 6 ayda ; atopik çocuklarda ilk 12 ayda tam inek sütü kullanimindan kaçinilmalidir. Inek sütünün yogurt ya da muhallebi olarak tüketilmesi sindirim sistemi için daha az sorun olusturmaktadir. Bu nedenle gerektiginde inek sütü ile de muhallebi hazirlanabilir: 1 su bardagi süt, 3 tatli kasigi pirinç unu, iki tatli kasigi seker. Pirinç unu suyun bir kismi ile ezilir. Kalan su bu karisima ilave edilir. Kisik ateste boza kivamina dek pisirilir. Indirmeye yakin veya indirildikten sonra seker ilave edilir.
*** Kahvalti: Sebze, meyve , yogurt ve muhallebi oturtulduktan sonra sabah kahvaltiya baslanabilir. Beyaz peynir (suda bekletilip tuzu çikarilarak), 3-4 bisküvi veya ekmek içi, 1 çay kasigi tereyagi ve bunlari yumusatmak için anne sütü, formül süt , meyve suyu vb kullanilarak hazirlanir. 4-5 gün sonra içine yavas yavas arttirilarak yumurta sarisi eklenir. Istenirse 1 çay kasigi ev yapimi reçel veya pekmez konabilir.
6,5-8 aylik bebekte günlük diyet:
Sabah ögünü: 1 yumurta sarisi Beyaz peynir (3*3cm dilim) 3-4 bisküvi veya ekmek içi 1 çay kasigi reçel veya pekmez 1 çay kasigi tereyagi Anne sütü veya formül süt
Ara ögün (10:00-11:00 arasi) Meyve püresi
Ögle ögünü (12:30-13:30 arasi) Karisik sebze püresi Anne sütü
Ikindi ögünü (15:30-16:30 arasi) Muz veya elma püresi(1/2 muz veya elma + 2-3 bisküvi) Yogurt 100-200 gram + 2-3 bisküvi Veya anne sütü
Aksam ögünü Muhallebi veya hazir tahilli kasik mamasi (200-250gr) Anne sütü
Gece (uyanirsa) Anne sütü veya formül süt