
Pedagog Öznur SİMAV
12 yaşından başlayarak, çocuk gelişimi ve eğitimi okudu. Mesleğine erken yaşlarda eğilim duyarak, lise eğitiminde “Çocuk Gelişimi ve Eğitimi” meslek dalını seçti. Kazandığı Ankara Gazi üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi Çocuk Gelişimi ve Eğitimi bölümüne iyi hal ve davranışları nedeniyle referans verilerek yerleşti.
Yüksek başarısı nedeniyle yatılı okudu. Bitirme tezini ‘’Okullarda Çocuklara Cinsel Eğitim Verilmeli mi?’’ üzerine yaptı. Tam puan alarak, üniversite kütüphanesine alınması uygun görüldü. Pedagojik formasyona sahiptir. Meslek liseleri ve anaokullarında staj yaptı.
Mezun olduktan sonra devlet meslek liselerinde:
- Gelişim alanları
- Diksiyon
- Drama
- Çocuk gelişimi ve eğitimi
- Çocuk ruh sağlığı
- Oyun
- Çocuk edebiyatı
- Beslenme
- Çocuk müziği
- İletişim
- Aile ilişkileri
- Sağlık bilgisi
- İlkyardım
- İşletme bilgisi
- Girişimcilik
- Özel eğitim
- Yaratıcı çocuk faaliyetleri ve eğitici araç yapımı
- Oyuncak yapımı
- Anaokullarında uygulama
- Çocuk giyimi
- Uygulama semineri
- Anaokullarında plan ve program hazırlama
- Araştırma teknikleri
- Okul öncesi eğitimi
- Meslek gelişimi
Derslerini okuttu.
Okulların tüm birimlerinde ve etkinliklerinde görev aldı. Rehberlik ve psikolojik danışmanlık yaptı. Öğrenci kulüp çalışmalarından sorumlu oldu. Hafta sonlarında açık liselerde çocuk gelişimi ve eğitimi tüm alan derslerini okuttu. Meslek liseleri özel sektör ilişkilerini koordinatör olarak sürdürdü.
5 yıl anaokulu yöneticiliği yaparak okulöncesi yaş grubu ile iletişim halinde çocuk ve ailelerin ilgi, ihtiyaç ve sorunlarında deneyim edindi. Bölüm şefi olarak çalıştı. Anne-babalara eğitim, çocuk-aile ruh sağlığı seminerleri verdi. Öğretmenlere hizmet içi eğitim seminerleri verdi. Teşekkürle taltif edildi.
Milli Eğitim Bakanlığının okullara anaokulu öğretmeni, usta öğretici yetiştirme seminerlerini hazırladı, sundu, ölçme değerlendirme işlemlerinde görev aldı. Kendisi de mesleki seminerlere katılmış, çocuk, ergen psikolojisi, eğitimi alanında yenilikleri takip etmiştir.Yetiştirip, eğittiği pek çok anaokulu öğretmeni yurdun değişik yerlerinde görev yapmaktadır.
Sayısız öğrenci, veli, anne- baba, aile tanımış, psikolojik ve sosyal yapıları ile ilgilenmiş, sorunlarına çözüm bulma çalışmaları yapmıştır.
Yatılı okulda belletici öğretmenlik yaparak ders çalışma sistemleri ile ilgili bilgi ve deneyim sahibi olmuştur. 2008 yılından başlayarak, oznurunbahcesi.wordpress.com blog yazarlığını sürdürmekte, gazete, dergi ve internet sitelerine makaleler yazmaktadır.
2010 yılında, Öznur Simav Çocuk ve Aile Danışmanlık Merkezini kurarak derin bilgi, deneyim ve gözlemlerini paylaşmakta.
Her geçen gün bunlara yenilerini kazandırmaktadır. ‘’Öğrenme ve eğitim yaşamın sonuna kadar devam eder’’ ilkesi ile mesleki çalışmalarını sürdürmektedir.
Çocukların tasarrufa, yani ekonomiye alıştırılması her dönemde aslında önemli olması gereken bir konudur. Günümüzün koşulları artık bunu zorunluluk haline getirmiştir. Her konuda tüketim boyutlarının zirveye ulaştığı günümüzde acaba çocuğumuz bunu devam ettirebilecek mi?
Çocuğumuzun yarınlarının güven altında olduğunu hiçbirimiz söyleyemeyiz. Ayrıca, bencilce sadece çocuğumuz mu tüketmeli? Dünyamızda aç, susuz hayat yaşayanlar varken… Ekonomistler, dünyada tüketime dayalı bir düzen tercih ettiler. Belki, deneyerek görmek gerekiyordu. Belki de bu kadar değildi ve bizler işin ucunu kaçırdık. Tüketildikçe, üretim ivme kazanıyordu. Ancak, gelecek nesillere nasıl bir dünya bırakacağız, ya da umutlar gittikçe tükeniyor mu?
Dünyadaki doğal kaynaklar yok ediliyor, sular, topraklar, yiyecekler, ormanlar…Çocuklarımıza bazı değerleri öğretmek ve günlük yaşantımızın içine güzelce yerleştirmek gerekiyor. Okulda, erken çocukluk eğitim kurumlarında eğitim, ders olarak veriliyor. Belki uygulamalar da yaptırılıyor, ancak evde devamını yetişkinler getirmeli. Eğitim, evde de pekiştirilmezse bir yanı eksik kalır ve verim elde edilemez.
Burada yetişkinlerin model olması önem kazanmakta. Özellikle anaokulu çağlarında çocuklar, anne-babalarını dikkatle izlerler. Onları taklit ederek büyürler. Evde, kullanılmadığı sürece muslukların kapatılması, bu süre kısa bile olsa önem verilmesi gerekmektedir. Banyo, mutfakta damlayan, ancak önemsenmeyen su giderlerinin en kısa zamanda tamir edilmesi gerekmekte ve çocuğa bu arada fırsat eğitimi verilmelidir. Çocuk, tamirci ile diyalog içinde bile olabilir.
Bunun dışında, kağıt tüketimi fazla olmakta, çeyrek karton, üç-beş satır yazılmış kağıtlar, biraz küçülmüş kurşun kalemler çöpe atılmakta… Hep bu tarz tüketmelerde ormanlara dikkat çekilmeli, kendi olumlu davranışlarımızı söyleyerek çocuğumuza kavratmalıyız.
Ekmek, gerektiği kadar alınmalı, fazla kaldıysa değerlendirilmesini çocuğumuzla birlikte yapmalıyız, yumurtalı ekmek, köfte için hazırlama, tatlı yapma gibi… Küflenmiş ekmek, diğer canlılar için de sağlıklı olmadığı için küflendirmeden değerlendirilmelidir. Islatılarak, kuşlara verilebilir, yine hem hayvan sevgisi hem de değerlendirme açısından düşünülebilir.
Okunmuş kitapların, ihtiyacı olanlara verilmesi, az kullanılmış giysilerin gereken yerlerde ihtiyaç sahiplerine verilmesi gibi konularda çocuğumuzla bir bütün olarak çalışırsak, sosyal sorumluluğa da destek vermiş oluruz. Kendimizde, çocuğumuzda manevi olarak doyum sağlamış olur.
Enerji sarfiyatı ile ilgili “nasıl olsa ödemesini yapabiliyorum” şeklinde düşünmemek ve çocuklarımıza enerjinin olmadığında yaşamımıza etkilerini kavratmak gibi bir misyonumuzun da olduğunu unutmamak gerekir. Üretilen enerji bir takım kayıpları da beraberinde getirmekte… Dünya kaynaklarının tükenmesinden, can kayıplarına kadar uzanan bir süreç izlenmekte olup, küçümsenmeyecek boyutlara ulaşmaktadır.
Küçük yaşlarda öğrenilenlerin kalıcı olduğu ve alışkanlık olarak yerleştiği düşünülürse; tasarrufa gereken önem verilmeli, çocuklarımıza iyi bir model yetişkin olmalıyız.
Keşke, kadınlar günü ile ilgili bir yazı yazmıyor olsaydım. Önümüzdeki yıllarda daha güzel konular üzerinde durabilsek. Aslında kadınlara özel bir gün tahsis edilmesi kadınların aciz varlıklar olduğunu kabul etmek gibi geliyor bana. Tabii ki bir yönden bakarsak ta dikkatlerin bu konu üzerine çekilmesi bizim gibi ülkeler için elzem hale geliyor.
Belki, şimdilerde anneler oğullarını eğitirken nezaket, görgü, yaşam bilgisi, insanlara saygının gereği ve önemi gibi hususlar üzerinde durabilseler de hiç değilse gelecek nesiller kurtulabilse. Erkek çocuklara, gereğinden fazla anlam yüklememek gerekli. Çocuklar, çok önemli. Kız-erkek ayrımı yapmak onların gelecekleri için zaten olumsuzluklar yaratacaktır.
Diğer tüm özel gün kutlamalarında, anmalarda hep alışıldık sahneler yineleniyor. Ogünlerde büyüklerimiz, önde gelenler, daha önce danışman vs nin hazırladığı A 4 kağıtlarını çıkarıyorlar. Başlıyorlar okumaya… Pek çoğunun da önceden göz atmadığı bile belli oluyor. Yapmacık sözler ve beden dili kullanımıyla bu vazife de tamamlanmış sayılıyor.
Avutucu cümleler, neredeyse arkasından gelecek sözcüğü biz tamamlayacağız. Yıllardan beri bu böyle sürer gider. Sadede gelelim, sadede…
İlgili bakanlık geçmişteki açığı kapatmak üzere çalışmalar yapıyor, ancak hiçbir zaman yeterli olamıyor. Yurt dışında sivil toplum kuruluşları bu işlere sahip çıkabiliyorlar. Ülkemizde, kalkınmakta olan ülkelerde bu işleri yapabilmek, yetişkinlik yaşlarında oldukça güç. Tabii ki ben genele bakarak söylüyorum.
Herkes geçim derdinde, akşama karnım tok yatabilir miyim düşüncesinde. Tüm dünya ülke liderleri acaba başlarını yastığa rahat koyabiliyorlar mı? Halklarından aldıkları vergileri yerli yerince değerlendirebiliyorlar mı?
Çok yaşlı kadınlar görüyorum, elinde orlondan örülmüş sabunluk, satabilme telaşında, o yaşta. İçim parçalanıyor. Bir taraftan da gerçekten mi? diye sorguluyorum kendimi.
Aslında özel günler, dikkatleri biraz olsun çekmek için faydalı da olmuyor değil. Somut olarak yapılanlar, sadece kadınlar için değil; her yapılan çalışma listelenerek halka açık olarak belediyelerin, bakanlıkların sitelerinde yer almalı. Bazen internet sitelerinde rastlıyorum ” ilana itirazınız varsa , doğru değilse, belirtiniz” gibi. Belki ben rastlamamış olabilirim, belki bir yerlerde belirtiliyordur, ama internet sayfalarının bir köşelerinde reklam şeklinde ilan edilmeli.
Kadınların, sokakların o bilindik zararlarından koruyacak al çatı, mor çatı gibi evlerin mutlaka çoğaltılması gerekli. Sığınma evleri demeye dilim varmıyor. Mutlaka psikolojik destek, meslek sahibi etmek, çocuklarına da sahip çıkmak gerekli. Ayrıca bu kadınlara hayatta duruş dersleri, genel kültür dersleri de verilmeli. Özgüven kazandırma çabaları olmalı.
Öncelikle kadınlar, kendi değerlerinin farkında olmalılar. Çalışan ya da çalışmayan olsun. Kadın olmak yeterli. 24 saat mesai sizi bekliyor. Çocuklarınız hasta olur, siz ilgilenmelisinizdir. Burada babalara da haksızlık yapmak istemiyorum, ancak çocuklar hasta olunca yanlarında annelerini görmek istiyorlar. Televizyon, en çok kullanılan iletişim aracı ve hemen hemen tüm evlerde baş köşede yerini alıyor.
Aile ilişkileri, iletişim, çocuk gelişimi ve eğitimi, eşlerin birbirlerine karşı davranışları, hangi sözcüklerle birbirlerine hitap etmeliler?, Eşler olabilecek görüş ayrılıklarında nasıl tartışmalılar?, Tartışma ortamı nasıl düzenlenmeli?, Bu ortamda kimler bulunabilir?, Hangi konular, hangi yaşlardaki çocuklarla bir arada hangi şartlarda tartışılabilir?
İşte, buna benzer konular televizyonlarda herkesin algılayabileceği şekilde ele alınmalıdır. Neler mi yapılabilir? Tiyatro sanatçıları danışmanlarla işbirliği ile eğitici oyunlar hazırlayabilirler. Dizi film aralarına reklamların girdiği gibi bazı SPOT cümleler ya da görüntüler yer alabilir. Burada dikkat edilecek husus olumlu örnekler yansıtılarak; olumsuz davranışların unutturulma çabaları olmalı.
Çalışan, üst düzey meslek sahibi kadınların da şiddete maruz kaldıklarını hepimiz çok iyi biliyoruz. İstatistiki bilgi veremiyorum. Ancak biraz daha azınlıkta olduklarını düşünüyorum. Kadınlar, şiddete maruz kalsalar da hele çocukları varsa kesinlikle aile birliğini bozmamak için herşey pahasına katlanıyorlar.
Televizyonda bazı kadın programı diye adı geçen programlara katılabilme cesaretini gösteren kadınların başlarına ölüm kadar vahim durumlar geldiğini biliyoruz. Kadının canına tak etmiş herşeye rağmen 75 milyonun karşısına çıkıyor. Derdine bir çözüm bulabilir miyim? düşüncesinde. Eve gidince dayağın bin beterini yiyor. Ya da zaten eve bile gidemeyip açıkta kalıyor.
Devlet koruması ve takibi şart. Önemli olan olay olup bittikten sonra suçlu ve suçluların cezalandırılması değil; vahim olaylar meydana gelmeden önleme çalışmalarıdır. Hapishanelerde artık mahkumların cezalarını çekecekleri yer kalmadı. Sonuç olarak, anlamsız olarak af çıkarılıyor, kişi duruşmada takım elbise giyip, kravat da taktıysa iyi halden cezası da düşürülüyor. İnsan hakları! ancak ölenin ya da neredeyse işkenceye maruz kalmış olan kişinin insan hakları ne olacak?
Aileler, erkek çocuk eğitiminde, özbakım becerilerini bile edinemeyen bireyler olmalarında bir sakınca görmüyorlar. Aslında birey olamıyorlar. Evde ezik bir anne modeli, sürekli azarlanan, aşağılanan… Erkek çocuk, evlenme yaşına kadar bu ortamın içinde büyüyor. Sosyo-ekonomik olarak ta kendilerine benzer ailelerle iletişim kuruyorlar. Artık onların normali bu.
Genellikle, erkek çocuklar, egoları çok şişirilmiş büyütülüyorlar. Herkes biliyor, kız çocuklarını insan yerine koyup nüfusa bile kaydettirmeyen bir ülkede yaşıyoruz. Tüm bunların düzelmesi biraz zaman ve çaba gerektiriyor.
Kadınlar, gözlemlerime göre ençok karışılan cinsiyet, ençok kullanılan cinsiyet. Kadın giyinmesini bilmez, erkek tarafından yönlendirilir. Eteğini uzun giydin, kısa giydin, makyaj yaptın, yapmadın, kapalı giyindin, açık giyindin… Erkeklerin bu kadar, kadınların üzerinde olmamalı dilleri. Burada kendimize de bir özeleştiri yapmak istiyorum. Kadınlar uçlarda dolaşan giyimlerini gözden geçirsinler.
Bilmemek ayıp değil, herşeyi bilmemiz mümkünde değil. Kimseye laf söyleme fırsatı vermemeliyiz. Kendimizi eğitme çabalarımızı hep devam ettirmeliyiz. Çağımız çok hızlı gelişiyor. Tam olamasa da bu isteğimiz hiç tükenmemeli.
Kadınlar, işe alınırken iş becerisinden önce seksilik ve güzellik ön planda oluyor. Yurt dışında bu konuda mücadele veren kadınlar olduğunu biliyorum. Sonra, kadınlar şiddete maruz kalıp polise müracaat ettiklerinde ”kocandır, sever de döver de” anlayışının artık terk edilmesi gerekir. Antiparantez şiddet ten kastımız sadece dayak değil; her türlü aşağılama, söz, bakış, tavır bile yeterlidir. Sanırım, empati yapabilmek tüm sorunları çözecektir. Kadınla erkek bir arada gelişmeye; her bakımdan gelişmeye konumlamalıdır, kendilerini… Sonuçta hepimizin mutlu olmaya hakkı var. Kelebeklerin ömrüne benzer bir gün gibi geçen hayatımızı en güzel ve faydalı işler yaparak değerlendirelim. Kadındı erkekti demeden birbirlerimize insanca duygular hissedelim.
Hiç kimse mükemmel değildir. Bu dünyada kendimizi geliştirmek, var oluşumuzun nedenlerini irdelemek, doğa ve insanlar için yararlı olabilmek amacında olalım.
Herkesin mutlu olması dileklerimle…
Öznur SİMAV Pedagog- Aile Danışmanı
Çocuklar, sözcükleri birleştiripte anlam katmaya başladıklarından itibaren hikayelerle ilgilenirler. Yaş özelliklerine göre birkaç cümleden oluşan hikaye kitapları olduğu gibi birkaç karakterden oluşan uzunca hikaye kitapları da vardır. Bunun dışında nesneleri tanıtan 1-2 yaşlar için kitaplarda vardır.
Önemli olan tek faktör değildir. Kitapların özellikleri; resimleri, zemini, yazıları, içeriği ve sunumuyla birlikte düşünülmelidir. Kitapların resim özellikleri yaşa uygun olmalı, küçük yaş guruplarında detaysız, karışık olmayan, kahraman sayısı az, renkler ayırdedici şekilde kullanılmalıdır. Yaş büyüdükçe kahraman sayıları artmalıdır, renkler sayı ve tonlama olarak geliştirilmiş şekilde kullanılmalıdır.
Zemin olarak, banyoda küçük yaş gurupları için hazırlanan, ıslanmayan tarzda kitaplar olabilir, kumaştan hazırlanmış ve kağıttan hazırlanmış zeminler kullanılabilir. Yaş gurubu küçük oldukça, yırtılmaması için kalın bir kağıt zemin kullanılmalıdır. Sayfa sayısı yine yaşla birlikte çoğalır. Sayfada resimlerin ve yazının dengeli ve yaş dikkate alınarak düzenlenmesine dikkat edilmelidir. Kitabın çocuğa anlatılması, okunması da ayrıca önemlidir.
Okulöncesi kurumlarında okurken dikkat edilecek özel durumlar vardır. Ama bir yetişkin tarafından evde okunacaksa okuma zamanı, ilgi çeken zamanı planlama, ses tonunun doğru kullanımı, merak uyandırma, resimleri çocuğa gösterme ya da yalnızca anlatım olarak düşünme gibi planlanmalıdır. Seçilen hikayenin eğlendiriciliği, bilgi verici olması önemlidir.
Minik Böceğin Ayakkabıları
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde mini minnacık, kırmızı renkli bir böcek varmış. Bu çok sevimli böceğin bir-iki-üç-dört-beş-altı tane bacağı varmış. Tam altı tane …
Annesi ona ayakkabı almak istemiş. Gitmişler ayakkabı mağazasına… Bakmışlar ayakkabılar çeşit,çeşit… İçinde pembe, yeşil, mavi, sarı, siyah,mor ayakkabılar doluymuş.
Ayrıca kimisi düğmeli, kimisi ilikli, kimisi de bağlıymış. Annesi ile bizim sevimli böceğimiz ayakkabıları iyice incelemişler. Önce hangi rengi alalım diye düşünmüşler.
Sevimli böceğimiz:
– Anneciğim, ben güneş renginde SARI ayakkabı almak istiyorum demiş. Ben bu rengi istiyorum diye ısrarcı olmuş. Ayaklarını birbirine vurmuş, olduğu yerde zıplamış.
Annesi:
– Yavrucuğum, bak hemen karar verme, diğerlerine de bakalım demiş. Yaprak rengi yeşil ayakkabıya ne dersin demiş.
– Anneciğim, ben zaten yaprağın üzerinde dolaşıyorum. Onun için ayakkabılarımı farkedemem sonra demiş. Annesi bu sefer siyah düğmeli ayakkabıya ne dersin? demiş.
-Anneciğim , ben bu ayakkabıları gözüm zannederim sonra demiş.
Annesi:
– Yavrucuğum, sen çok miniksin, ama benim her gösterdiğime de bir bahane buluyorsun demiş.
Satış görevlisi:
– Bakın burada gökyüzünün renginde mavi ayakkabılarım var. Ne dersiniz? Demiş. Anne ile minik böcek birbirlerine bakmışlar, kocaman siyah gözleri ile…Bu ayakkabılar mavi ve bağcıklıymış.
– Anneciğim, biz uçamayan böcekleriz. Ben bu ayakkabıları giyince kendimi uçuyor gibi hissederim. Ooleeey demiş. Ne güzel bir renk, bu renk beni uçurur demiş.
Sonra ayaklarına bakmış.Birden ümitsizliğe düşmüş,Benim bir tane ayağım yok ki;tam altı tane demiş. Ben ayakkabılarımı nasıl bağlarım? Demiş.
Anne böcek:
-Ben sana öğretirim. Biraz sabırlı olmalısın ve öğrenmek istemelisin demiş. Büyük bir sevinçle bu mavi ayakkabıyı almışlar. Ne dersiniz minik böceğimizin ayakkabısını birlikte bağlayalım mı?
NOT: Hikayenin sonunda çocuklara ayakkabı bağlamayı öğretmeyi planlanladım. Hazırlanmış modeller üzerinde çocuğa öğretilebilir, çocukta öğrenmeye motive eder. Renkler hakkında bilgi vermeyi, bazı davranış kalıplarını öğretmeyi, sayı kavramına destek olmayı planladım. Çocuk edebiyatına uygun olmasada fark yaratmak ve ilgi çekilme amaçlı olarak, girişte masal formu kullandım.
Öznur SİMAV Pedagog – İletişim ve Aile Danışmanı
‘’Oyun, çocukların temel ihtiyaçlarından biridir’’ denilebilecek kadar önemlidir. Oyunla çocuk kendini geliştirir ve geleceğe hazırlar. Neşelenir, mutlu olur. Kendisini ve çevresini tanımaya yardımcı olur. Çevre ile iletişimini sağlar, sosyalleşmesine doğrudan etkide bulunur. Toplumsal kuralların en iyi öğrenildiği ortamdır, oyun… Çocuk, duygularını en iyi şekilde ifade etme olanağı bulur, haz da duyar; isteklerini gerçekleştiremez, beklediği sonuca ulaşamazsa üzüntü de yaşayabilir. Oyun, çocuğu bedensel, psikomotor yönden geliştirir. Bilişsel gelişimi en iyi şekilde destekler. Dilin kullanımı ve sözcük hazinesini geliştirir.
Yukarıda saydıklarımız, bilgisayar oyunlarının dışında olan oyunlardan sağlanan yararların bir kısmıdır. Günümüz çocuklarının en büyük tutkusu artık bilgisayar oyunlarıdır.
Bilgisayar oyunları, hemen bağımlılık haline geliveren oyunlardır. Oyunlarda –kazanma – en fazla güdüleyen etkenlerin başında gelmektedir. Kazanma ve başarı hissi doyurulunca insanlara mutluluk verir. Çocuklar, bunu zorlanmadan en iyi şekilde bilgisayar oyunları ile sağlamaktadırlar. Sadece parmak hareketleri ile isteklerini elde edebilmekte; el-göz koordinasyonu ile sonuca ulaşabilmektedirler. Bu oyunlar, şans oyunlarına düşkünlükte hazırlayıcı rol oynamakta ve gelecek için çocuklara iyi yön vermemektedir.
Ekran karşısında zamanın nasıl geçtiğini anlamamakta, hatta temel ihtiyaçlarını ötelemekte, farkına bile varmamakta, acıkma hissini bile yaşamamaktadırlar. Bilgisayar oyunlarının bağlayıcı özelliğinden dolayı, uzun süreli olarak aynı pozisyonda oturma ya da ergonomik olmayan oturma biçimiyle boyun, omuz, bel, sırt kasları olumsuz etkilenmekte, omurga sorunlarına neden olmaktadır. Küçük kaslar- el, parmak kasları ve bilek de olumsuz etkilenerek, sinir sıkışmasıyla, karpal tünel sendromu denilen rahatsızlığa sebep olmaktadır. Günümüzde çocuklar neredeyse 3 yaşlarında bilgisayar oyunlarına başlıyorlar. Bu nedenle ileriye dönük önemli sağlık problemlerinin de erken şekilde yaşanması beklenmektedir. Günümüzde ileri yaşlarda yaşanan sağlık sorunları, iş hayatını etkiler duruma gelip, verimliliği de düşürecektir.
Ekranla yakın mesafe ve uzun süreli kullanım sonucu vücut uzun vadede radyasyon alımından olumsuz etkilenmektedir. Bilgisayar oyunları gözlerde kuruluğa sebep olmakta, ihtiyaç dışı ekran ışığına bakarak gözleri yormaktadır. Ekranda hareketlerin takibi, gözlerde aşırı hareketlilik, yaşanan stres başağrılarına sebep olmaktadır. Çocukların ilerideki hayatlarında iş için bilgisayar kullanma aktivitesi olumsuz etkilecektir. Çocuklar, evde ailelerinden kopmakta, ortak paylaşımlar, iletişim yok olmaktadır. Hatta bazı evlerde ebeveynlerde oyun oynamakta; kimse kimseyi görmemekte ve duymamaktadır. Bu iletişimsiz durumla; yaşanan sorunlar, yansıtılamamakta bireyler tek başına kalmaktadırlar. Çözülemeyen küçük sorunlar büyüyerek içinden çıkılamaz hal almaktadır.
Okul çağındaki çocuklar, okuldaki arkadaşlarının da etkisi ile kendilerini oyunlardan haberdar etmek istiyor. Çünkü ertesi gün oyun ve kazanılanlar hakkında konuşabilmek gerekmekte. Bu haliyle bilgisayar oyunları sosyalleşmenin parçası haline geliyor. Bu arada yalnızca oyun karakterleri konuşuluyor. Dil gelişimi olumsuz etkileniyor, sözcük sayısında eksiklik, kendini ifade etmede yetersizlik dikkati çekiyor. Artık, çocuklar sokakta oynamak isteseler bile kendileriyle oynayacak kimseyi bulamıyorlar.
Eğitim hayatı devam eden öğrenciler için bilgisayar oyunları tam bir çeldirici oluyor. Zaman gereksiz uğraşlarla akıp gidiyor. Günü planlı bir şekilde geçiremeyen öğrenci, uzun sürelerini ekran karşısında tükettiği için yeteri kadar dinlenememekte. Uykusunu derinleştiremediğinden yarar sağlayamamaktadır. Ertesi gün okula gittiğinde dersleri takip edememekte ve dikkat eksikliği yaşamaktadır. Bunun dışında bilgisayar oyunları sürekli öldürme ve yok etme üzerine oyunlar olup, ciddi şekilde psikolojik rahatsızlık yaratmakta, ahlaki değer yargıları büyük ölçüde zarar görmektedir. Genel anlamı ile stres ve gerginlik yaratan oyunlar ilgi çekmekte bu durumda çocuklarda sinirlilik yaratmaktadır.
Oyunları sınırlamak isteyen ebeveyn ile çocuk arasındaki ilişkiler bozulmakta, ailede gerginliğe neden olmaktadır. Çocuklar, bilgisayar oyunlarındaki karakterlerle özdeşleşmekte; olumsuz özdeşleşme vurucu, kırıcı, zarar verici davranışlara neden olmaktadır. Çocuklar, kendilerine dayatılan karakterlerin düşünce yapısına sahip olmakta; kendileri edebi, felsefi herhangi bir düşünce üretememektedirler. Bu da zihinsel tembellik demektir ki toplumların geleceği üreten, düşünen, sağlıklı bireylerin varlığı ile mümkündür.
Herşey iyi günde ve kötü günde beraber olmak vaatleriyle başlar. Atılan imza yaşamınızın imzasıdır ve yaşamınızı bir diğerinin ellerine emanet ediyorsunuzdur. ‘’Yetişkin insanlar nasıl kendini başkasına emanet eder? ‘’ denilebilir. Artık, bağımsız değilsiniz, herşeyi iki kişilik düşünmek zorundasınız. O da bunu ister mi? Beğenir mi? Zor gelir mi? Kıskanır mı? Ailesi ne der? Gibi gibi..
Tüm bunun gibi soruların cevabını vererek birlikte yaşamaya, hayatı paylaşmaya başlarsınız. Önceleri genellikle herşey yolunda gider, ilk aylar halk arasındada ‘’cicim ayları’’ olarak anılır. Tarafların gözü birbirinden başkasını görmez. Aşk gözlerini kör etmiştir. Hatalar olsa da hep iyi niyet söz konusudur. ‘’Canım şöyle demek istemiştir, yok ben yanlış düşünüyorum, alınganlık yapıyorum’’ denilerek kişi sorunu kendinde arama çabasındadır. Karşı taraf haklıdır. ‘’Benim alınganlıklarıma karşı, ne kadar da iyi bir insan sesini bile çıkarmıyor’’ diyerek kendimizi suçlarız. Bu arada yeni arayışlara girilir ve bir bebeğin yaşamı renklendireceği fikriyle ya da bir sürprizle üç kişilik bir yaşama başlarsınız.
Bebek doğduğunda aslında problemler başlamıştır. Aileler, bebek doğumunda gizliden ya da açıktan sorun olarak gündeme gelmişlerdir. ‘’Senin annen bebek için şunu dedi, benimki de böyle söyledi’’, kucağına aldı, kucağa alıştı, ‘’bebek öpülmez, yok bizde öpülür’’ tarzında söylemler yaşanır. Hamilelik döneminde kayınvalidenin sıkıcı önerileri kadını bunaltmaya başlamışta olabilir. ‘’Annene söyle, yeter artık, bıktım’’ sözleri erkeği annesi ile eşi arasında bırakmıştır.
Bu tür problemler zaman içinde aşılır ya da aşılamaz. Aşıldığında zaman içinde aileyi genişletmek mümkün olabilir. Yaşam devam eder, bazen keyifli bazen sorunlu gitsede eşler çözme gayreti içindedir. Ancak, yaşam bir noktaya gelirki işte o son noktadır. Boşanma kaçınılmazdır.
Çocuğun olması boşanma durumunu daha güçleştirir. Karar alırken çocuk faktörü öne geçer ve eşler genellikle kendilerini çocuklarına karşı sorumlu hissederler. Olması gerekende zaten böylesidir. Çocukların maddi yönden ihtiyaçlarının karşılanması, annede mi babada mı kalacaklarının kararı, okula gidiyorlarsa okul şartlarının gözden geçirilmesi, daha küçük yaşlardaysa hangi ebeveynle duygusal bağlarının kuvvetli olduğu, bebeklik dönemindeyse anne sütü alma ve anneye daha fazla ihtiyaç duyulması durumu, ebeveynlerden birinin yabancı uyruklu olması ve çocuğun nerede yaşamaktan mutlu olacağı ve kendini iyi hissedeceği, boşanmanın hangi nedenle gerçekleştiği, boşanmayı gerektiren durumlar, ailede şiddet, ebeveynlerden hangisinin boşanmayı istediği ve sebebin geçerli olup olmadığı ve çocuk tarafından durumun değerlendirilişi, Çocuğun ya da çocukların cinsiyeti, ergenlik döneminde olma, aldatma, gelirini ailesi dışındaki kimselere harcama ve dolayısı ile kendi ailesi ve çocuklarına maddi yönden sıkıntı yaşatma, evlilikte herşey yolunda gittiği imajı yansıtılarak birden bire ortadan kaybolma, sahtekarlık ve eşini dolandırma, yüz kızartıcı suç işleme gibi durumlar çocuğun psikolojisini etkiler.
‘’Boşanma evlilik kadar doğal bir durumdur’’ ifadesi ağızdan kolay çıkar. Ancak, çocuk faktörü varsa o kadarda basit değildir. Aile birliği mümkün olduğunca devam ettirilmeye çalışılmalı; çok zorlanılıyorsa günlük yaşamın kalitesi düşüyorsa ve çocuklara zarar verir duruma geldiyse eşler boşanma kararı almalıdır. Boşanma kararı önemli bir karardır ve eşler kararı birlikte almalıdır. Çocuk ya da çocuklara uygun şekilde anlatılmalıdır. Zaten şiddetli geçimsizlik durumu varsa çocuğun anlaması ve kabul etmesi kolaylaşmış olacaktır.
Ancak, eşlerden birinin aldatması ile boşanma durumu gerçekleşiyorsa aldatan eş partnerini değil; ailesini yani çocuğunu da aldatmış olur ki bu çocuğun psikolojisinde deprem etkisi yaratır. Ailesinde kendini güven içinde hisseden çocuk, aldatılma psikolojisi ile tüm insanlara karşı güven duygusunu yitirir. Ağır krizler yaşayabilir, gerekiyorsa ilaç tedavisi yapılır. Ayrıca bu çocuklara pedagog desteği alarak yıkılan hayalleri ve güven duygusunun yeniden inşaası için zaman ve emek harcanmalıdır. Çocuk, aldatan ebeveyni reddedebilir, görmek istemeyebilir.
Böyle durumda çocuğun haklarına ve duygularına saygı gösterilmeli ve asla baskı uygulanmamalıdır. Çocuk, duyguları olmayan paket değildir. Çocuğun hissettikleri dikkate alınarak anne ya da baba ile diyalog düzenlenmelidir. Çocuk ve ergenin karşı cinse olan duyguları ve güvenide etkilenir ve ileride kendisinin de terkedileceğini düşünüp, evlenmeye olumsuz bakabilir.
Bir danışanım, çocuğunun babasının ‘’yurtdışına işe gidiyorum’’ diyerek çocuğu ile vedalaşıp, geri dönmeyerek ortadan kaybolduğunu ve boşanma davası açtığını 15 yaşındaki oğlunun ağlama krizleri yaşayıp, ne yapacağını şaşırdığını söyleyerek yardım istedi. Çocuğun ergenlik döneminde olması, güvendiği babasının yalanla böyle bir durumu yaşatması ekstra bir durumdu. Eşler, çocuklarını yok sayarak egolarına göre hareket etmemelidir.
Yine çocuğun güvendiği anne-baba figürü sahtekarlık yaparak, karşı tarafı borç batağına sokup, ailesini güç durumda bırakıyorsa, çocukta kapanmayacak izler bırakması çok olasıdır.
Toplumumuzda 4-5 çocuğunu bırakıp, yasak aşk yaşayan annelerinde olduğunu biliyoruz. Televizyonlarda ‘’kayıp’’ adı altında aranıyor, ancak gerçek, zaman içinde ortaya çıkıyor. Böyle durumlarda baba, daha önce ev ile ilgili sorumlulukları, yemek yapma, çamaşır, bulaşık vs. üstlenmediyse çok sorun yaşayabilir. İş sorumluluklarıyla ev- çocuk sorumluluğunu dengede götürmeye çalışmak çok güçlük yaşanmasına sebep olur. Ayrıca da artık çocuk, sorunlu hale gelmiştir. Onunla da ayrıca hassasiyetle ilgilenmesi gerekmektedir.
Çocuk, boşanma durumunda ikilemde kalabilir. Anne ve babasını üzmemek için her iki tarafın aleyhte söylenen konuşmalarını içinde saklamaya çalışabilir. Bu durum da çocuğa ağır bir sorumluluk yükler, çocuk içine kapanır. Yabancı uyruklu ebeveyn çocuğu olmakta güçtür. Her ne kadar günümüzde ulaşım çok sorun olmasa da maddi boyutlar, ilişkileri zora sokabilir. Çocuğun hangi ebeveynde kalacağının kararı aynı zamanda hangi kültürü seçeceğini de belirler. Kültüre uyumda ayrı bir özel durumdur.
Alkol, kumar nedeniyle boşanmalarda ailenin genellikle maddi olanakları tükenmiştir. Çocuklara karşı ilgisizlik, sorumsuzluk, aile birliğinin değerini bilmeme gibi durumlara rastlamak mümkündür. Kadına şiddet ve bu şiddete şahit olan çocuklar mevcuttur. Hergün yüzü, gözü morarmış bir annenin çocuğu olarak okuluna gider. Kavga, gürültü sesleri kulağından eksik olmaz, öğretmeninin sesini duymaz bile… Çocuğun zaten ailede yaşam sürerken birçok sıkıntısı vardır. Çok sevdiği, hayatının anlamı annesi, ‘’baba’’ dediği kişi tarafından mağdur edilmektedir. Çocuk, babasına karşı dayanılmaz bir hırs besler ve bu hırsını büyüdüğü zamana, geleceğe bırakarak, kendine saklayarak büyür.
Bluğ çağında olmak ve boşanma da ayrı bir hassasiyet gerektiren bir durumdur. Çocuk, kendi kimliğini oluşturma ve kendini ortaya koyma çabası içindedir. Toplumla uzlaşmada sorunlar yaşayabilir. Kendini desteksiz hissedebilir. Çatışmalarla dolu olan bu dönem, ailenin desteğini hep yanında hissetmesi gereken bir dönemdir. Ergen her ne kadar dışarıya açılsa da aile bütünlüğü içinde kendini rahat ve huzurlu hisseder. Boşanma ile birlikte çocuğun hayatı hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır. Yaşama maddi kaygılar eklenir. Eğer baba terkedip gittiyse, anne ayakta kalma çabası içine girecektir. Kendisine, bebeğine, çocuğuna, çocuklarına, engelli çocuk olup olmadığına engelinin türüne ikizlerine ergene kız erkek bakmak için elinden ne gelirse yapma çabası içinde olacaktır. Yaşadığı yer ve konum özellikleri de önem taşımaktadır.
Kadın, çocuklarına bakarken çevreden kendisi hakkındaki düşüncelerle de mücadele etmek durumunda kalacaktır. Slash ile özellikle ayırmam, herbirinin ayrı önemli özelliklere sahip olmasındandır. Burada belki kadın yıllarca çalışmamış, çalıştırılmamış, engellenmiş, kariyer hedefleri hiçe sayılmış, evliliğini sürdürmek için susmak zorunda kalmış olabilir. Yaşamının alt üst olması ile geçte olsa çalışmak zorunda kalacaktır. Tabii iş bulabilirse… Zaman içinde yaşı ilerlemiş, dünyanın düzeni değişmiş, iş becerileri körelmiş olacaktır.
Boşanmadan sonra çocuk, kendine göre savunma mekanizmaları geliştirebilir. Çevreden kaçma, uzaklaşma, pollyannacılık, bastırma, derslerden uzaklaşma, başarıda düşme, insanlara güvensizlik, şiddet, içe kapanıklık, suçluluk, utanma,karamsarlık, depresyon, yeme ve uyku bozuklukları,suç işlemeye eğilim,üzüntü, acı, tikler,dikkat dağınıklığı, alt ıslatma ve dışkı kaçırma, terkedilişlik, geleceğe yönelik kaygı, korku, saldırganlık, çocuğun gelişimsel çağına göre önceki gelişim dönemine dönme, öfke, düşmanlık, yalnızlık, diş gıcırdatma gibi davranış ve duygular yaşayabilir. Alkol, madde bağımlılığına yatkınlık gibi durumlar yaşayabilir.
Boşanma her aile için özel bir durumdur ve aile dinamiklerine dikkat ederek yaklaşım gerekir. Yardım alınması çocuk ve aile açısından yaşamı yoluna koyma ve zaman kaybetmeme açısından önem kazanmaktadır.
Anne- babalar, çocuklarının her türlü sorununu çözmek için kendilerini sorumlu hissederler. Burada problemin ne olduğu ve çocuğa ne şekilde yardımcı olunması gerektiğinin bilinmesi önemlidir. Bu konuda en sık yaşanan problemlerden biri ise çocukların ev ödevleridir.
Tüm sorunları anne-baba çözerse gelecekte nasıl bir durum çocuklarımızı bekler? Bu sorunun yanıtı, çocuk ve aile açısından mutlaka değerlendirilmelidir. Çocuklar, sorunlarını çözerek büyürler, bu fırsat onlara tanınmalıdır. Problem çözme davranışı desteklenmesi gerekirken; anne-baba çocuklarının ödevlerini kendileri yaparsa çocuklarını bu süreçten yoksun bırakırlar.
Ev ödevleri, dersin bireysel kısmıdır, öğrenilenleri pekiştirmek ve eksikleri tamamlamak amaçlı verilir. Çocuk, öğrenmenin bu boyutundan eksik kalmamalıdır. Belki, yetişkinler için karton, boya, artık malzemeler ile çalışmalar çocuğun altından kalkamayacağı şeklinde algılanıp, kendileri tarafından yapılmaya çalışılsa da; bu çalışmalar öğrenci için önemlidir.
Dikkat edilecek husus; sınıfça ortak karar alınıp; yetişkinlerin “yapmadığı” ödevlerin sınıfa getirilmesidir. Okullarda sanki anne-babaların ödevleri yarışmaktadır. Nota dayalı sistem olduğu için yetişkinler, ellerinden geleni yapmaktadır. Bu şekilde ödevler asıl amacına hizmet etmez. Yetişkinler sadece malzemeleri sağlamalı ve rehberlik yapmalıdır.
Ödev yapmak, bir sorumluluktur. Anne-babanın görevi çocuğa, ödevlerini sağlıklı bir şekilde yapabileceği ortam hazırlamaktır. Bu durum, yapabilme, başarabilme duygusunu yaşamasına engeldir. Çocuk zorlanıyorsa öğretmen ile iletişim kurulmalı, ödevlerde belki yeniden yapılanma sağlanmalıdır.
Çocuklarımız, öncelikle aile içinde anneye emanet oluyor. Günlük yaşam içinde, yurdumuz koşullarında ve alışıldığı şekliyle. Anneler, bebeklerini dünyaya getirdikten sonra, kendileri ile özdeş bir şekilde büyütürler… Sanki, ikisi bir bütündür. Onunla birlikteliğini, onu anlamayı, ihtiyaçlarını bilmeyi hormonlarınında etkisiyle başarmaya çalışır. Ağlıyorsa, neden ağladığını, neye ihtiyacının olduğunu en iyi anne keşfeder. Anne ağlamadaki nüans farklılıklarından karnı ağrıdığı için mi ağlıyor, yoksa acıktığı için mi ağlıyor bilir. Uyumayan bebeğine eşlik ederken, çözüm yolu ararken sabaha kadar uykusuz kalan, hastalıklarında birkaç gece uykusuz geceler geçiren yine annedir. Toplumda genel anlayışta bebeği ile öncelikle ilgilenmesi gereken kişidir, anne.
Babalar ise olağanüstü durumlarda belki anneye yardımcı olabilirler. Genellikle baba evin geçimini sağlıyor gerekçesi ile o, bu işlerden muaftır. Yani ayrıcalıklı bir yeri vardır ve bunu kullanır. Pekçok baba yarın işe gideceğim gerekçesi ile bebeğin sesinin bir an önce kısılmasını ( ! )bekler, anneden.
Maddi koşulları uygun olanlar, gece bakıcısı ile çözüm yoluna gidebilirler. Bu durumda anne kendisine dinlenme için uygun zaman yaratabilir. Genellikle gece bakıcısı denetim altındadır. Evde aile bireyleri bulunur. Gece işlerinde çalışan, vardiya sistemi ile çalışanlar için; bebeğin ya da çocuğun belli bir uyku düzeni sağlanmışsa pek sorun yaşanmayabilir. Ama gece uyku düzeni olmayan bebekler için, bakıcının fedakarlık yapması ve kendi uykusuna galip gelebilmesi problem olabilir. Pekçok gece çalışılan iş kolu olmasına rağmen bebekle birebir olmak ve onun ağlamalarını anlayıp, çözüm bulabilmek ve sessizliğe kavuşturmak çok kolay değildir. Yapılan yanlışlar, bebeğin hayatını ilgilendiriyor boyutlarında bile olabilir.
Bebek bakımında, annelik sabrını yaşamış olmak, kendi yaşamında psikolojik sıkıntılar yaşayan bir aileden gelmemiş olmak, genel beden sağlığının dayanıklı ve mücadeleci bir yapıya sahip olması çok önemlidir. Ayrıca vicdani yapısının gelişmiş olması, ahlaki değer yargılarını benimsiyor olmak ve bu değer yargıları ile büyümüş olmak ve bunları içine sindirmiş olmak, üzerinde hassasiyetle durulması gereken hususlardır.
Bebek bakım işi profesyonelce yapılan bir iş olsada içinde mutlaka duygusallık vardır. Cansız bir işle çalışıyor olmaktan çok farklıdır. Bakıcının kişilik özellikleri, karakter yapısı dikkat edilecek özelliklerdendir ve mümkünse yakın tanıdıklardan referans alınmalıdır. Bakıcı deneyimli olmalı ve hastalık vb. durumlarda uyanık olmalıdır. İlkyardım bilgisi olması tercih nedeni olmalıdır. Evde alınması gereken güvenlik tedbirleri tamamlanmış olmalı , ancak bakıcı tarafından da bu güvenlik tedbirlerinin devamlı olması ve kontrollerin yaplıyor olması gereklidir.
Bebek bakıcısı temiz ve hijyenik olmalı, bebek içinde gereken temizlik önlemlerini uyguluyor olmalıdır. Kendiside sağlık kontrolünden geçmeli, röntgeni çekilmeli ve bu şekilde işe alınmalıdır. Bakıcı eve misafir kabul etmemelidir. Yaptığı işi severek yapıyor olmalıdır ve en önemli özelliklerden bir tanesidir. İşi severek yapıyor olmak, gönlünü ortaya koyarak yapıyor demektir ve bu da en az hata ile iş yapmak demektir. Sorumluluk sahibi olmak, zamanında işe geliyor olmak ve yaptığı işin önemini kavramış olmak çok önemlidir.
Gece bakıcısı, gündüz bakıcısı ve bakıcıya götürmek farklı dikkat gerektiren konulardır. Bakıcıya götürülen bebekler için, bakıcının ev ortamı nasıldır, evde hangi aile bireyleri bulunmaktadır, bebeğimize yeteri kadar ilgi gösterilebilecek mi, evde bulunan kişilerin ruh sağlıkları yerinde mi, bebeği kıskanan çocuklar olabilir mi, evde bebek sesine tahammülsüz bir aile bireyi var mı- bu genellikle baba ve genç yetişkinler olabilir. Bakıcının evinde güvenlik önlemleri nasıl, açıkta ilaç, deterjan vb. Bulunuyor mu, merdiven, yataktan düşme, kesici cisimlerle yaralanma durumları olabilir mi, elektrik prizleri kapalı mı, ütü, soba, elektrikli soba, katalitik, tüplü soba kullanımı durumu nedir dikkate alınmalıdır.
Evde doğalgaz kullanımı ve alınması gereken tedbirler uygulanıyormu, gaz sızıntısı olabilir mi, çaydanlık , çay servisi, sıcak içecekler güvenli şekilde tüketiliyor mu, evde köşeleri sivri, batıcı, delici cisimler mevcut mu, ele geçebilecek durumdalar mı , içi su dolu kovalar, küvetler kullanılıyor mu, böcek ilaçları vb. Bulunuyor mu… Tüm bu ayrıntılar, bebeğimizin ayları ve yaşları ile ilişkili olarak dikkate alınmalıdır. Emekleyen, yürüyen, en meraklı, hareketli yaşlarını yaşayan çocukların özelliklerine göre düzenlenmelidir.
Çocuk, kendini ifade edemeyecek yaştayken emanet edilecek kişinin özellikleri, cinsel sapkınlıklarının olup olmadığı çok önemlidir. Genellikle yakın aile çevresinden tahmin edilmeyecek kişilerden bu vakalara rastlanır. Bu kişiler, aile çevresinde güvenilen ve güvensizlik durumu akla pek gelmeyecek kişilerdir. Cinsel istismar çok dikkat edilmesi gereken bir konudur ve hayati önemi vardır.
Çocuk, anaokulu çağlarındayken genellikle okulöncesi kurumlarına yönlendirilir. Çocuğun arkadaş ihtiyacını karşılamak ve sosyalleşmesi için ortam sağlamak günümüzde okulöncesi kurumlara ilgiyi artırmıştır. Çalışan anneler için öncelikle tercih edilen bu kurumların çocuğun gelişimindeki katkıları gözlendikçe ve yararları anlaşıldıkça neredeyse çocuklar için olanaklar dahilinde sanki zorunlu birer kurum haline gelmişlerdir. Çocukların bu kurumlarla bağları kurulurken dikkat edilecek pekçok husus sözkonusudur. Ulaşımdan, verilen eğitime, beslenmeye ve kurumla kurulan iletişimin gücüne ve güvenirliğine kadar bir dizi dikkat edilecek durum vardır.
İlköğretimde ise günün ne kadarını okulda geçecektir, evde onu kim karşılayacaktır, anne çalışan bir anne midir? Okulda etüd olanağı varmıdır? Yoksa başka bir etüd kurumu mu gündeme gelecektir? Tüm bu soruların yanıtlarını aramak gerekir. Bulunulan çevre neresidir? Kırsal kesim ise yeterli güvenlik koşulları uygun şekilde sağlanmış mıdır? Şehir ve büyük şehir ortamında yine alınması gereken önlemler farklılık göstermektedir. Çocuk, okulda herkesin bulunduğu ortamlarda bulunmalı, sessiz ve kuytu bölümlerde bulunmamalıdır.
Okulun, özel yada devlet okulu olmasınında farklılıkları olacaktır. Kapılar, çerçeveler sağlam mı? Gözden kaçan tehlikeli durumlar var mı? Okulda ilkyardım tedbirlerinin alınabileceği hemşire, doktor gibi sağlık personeli yada bilgili kişiler var mı? Gereken hassasiyet gösteriliyor mu? tüm bunlar özel olarak düşünülmelidir.
Çocuklar yada gençler okulda şiddete karşı korunuyorlar mı? Yeterli şekilde bilinçlendirme yapılıp, gereken önlemler ve yönlendirmeler yapılıyor mu? spor, müzik gibi etkinliklerle enerji boşalımı için ortam hazırlanıyor mu? Yanlarında silah, bıçak vs. taşıyorlar mı? Bunların kontrolü sık sık yapılıyor mu? çocuklar ve gençler bilinçlendiriliyor mu? Duygusal problemi olanlar dikkatle takip edilip, uzmanlara gereken yönlendirmeler yapılıyor mu?
Akran zorbalığına karşı okulun tutumu nasıl? Duymazlıktan mı geliniyor, gerçekten gereken önlemler alınıyor mu? Çocuk ve gençlere gereken ilgi ve samimiyetin gösterilmesi gerekmekte. Tüm bunlar aile ile iyi bir işbirliği içinde mümkün olmakta. Çocuk ve gençler arasında bireysel farklılıkların dikkate alınması ve ailelere tutumlar hakkında bilinç kazandırılması önem kazanmaktadır. Çünkü, okulda verilen eğitim aile ile birlikte olmalıdır ki kalıcı olsun ve uygulanır olsun. Okullarda yalnızca öğretime değil; eğitime ve değerlerede önem verilmeli ve çocuğa kazandırmada çaba gösterilmelidir.
SONUÇ olarak, çocuğumuzu emanet edeceğimiz kişi ve kurumlara gereken önem verilmeli ve gençlerimizin duygusal problemlerine sessiz kalmayıp, başkalarına ve kendilerine zarar vermelerinin önüne geçmeliyiz ve yardım almayı ertelememeliyiz. Herşey için GEÇ OLMADAN çözüm bulmalıyız.
Öğrenci ayrımı yapmamalıdır, en küçük bir ayrım çocuklar tarafından hissedilecektir. Sevgisini, sınıfta disiplini bozmadan yansıtabilmelidir. Öğrencilerini etkin, başarılı, kendini ifade edebilen, yaratıcı, mutlu bireyler olacak şekilde desteklemelidir. Onları araştırmaya, incelemeye yöneltmeli, edilgen olmaktan uzak tutmalıdır. Rehber özelliğini her zaman korumalıdır. Çocuğun kişilik gelişiminin önemine inanmalı ve kendisinin etkili olduğunu unutmamalıdır. Adil davranmalı, dengeli ve tutarlı davranmalıdır.
Öğretmenin kendi ruh sağlığının yerinde olması öğrenciyi pozitif yönde etkileyecektir. Öğretmen öğrencileri ile ilişkilerinde göz kontağı kurmalıdır. Öğrencilerini etkin şekilde dinlemeli ve çocuğa bunu hissettirmelidir. Sorunların çözümünde ‘’ben dili’’ kullanmalıdır. Örneğin, ‘’gürültü yapıyorsunuz’’ yerine ‘’gürültü olunca üzülüyorum’’ gibi. Ad takma, alay etme gibi tutumlardan kesinlikle kaçınmalı, sınıfında bu tür davranışlara asla izin vermemelidir.
PROGRAM, ülkemizde Milli Eğitim Bakanlığının düzenlediği şekilde okullarda uygulanmaktadır. Her ülke, toplumsal yaşamı her bakımdan destekleyecek, nitelikli insan gücünü yetiştirecek eğitim programlarını hazırlar, zaman zaman dünyadaki yeni gelişmeler, ihtiyaçlar doğrultusunda değişikliklere gider. Eğitim programlarındaki amaç, çocuklara bilgi yüklemek değil; onları beden ve ruh sağlığı yerinde , mutlu bireyler olarak topluma kazandırmaktır.
Programlar, çocukların ilgi ve yeteneklerini ortaya koyan ve bu doğrultuda meslek seçimine yöneltici olmalıdır. Çocukların, bedensel, bilişsel, sosyal, duygusal, psikomotor, fiziksel, dil gelişimlerine destek olacak özellikte olmalıdır. Çocuklar, öğrenme sürecinde aktif ve katılımcı olmalı, edilgenlikten uzak olmalıdır. Öğrenme ortamı sadece sınıfla sınırlı kalmamalı, dış ortamdada gerçekleşebileceği unutulmamalı, gerekli deney, gezi ve gözlemler ihmal edilmemelidir.
Çocukların ilgi ve isteklerine göre kulüp çalışmalarına yer verilmelidir. Ders çeşitleri ve üst sınıfta okutulacak dersler uygun şekilde yer almalıdır. Günlük ders programı hazırlanırken ağır dersler birbiri ardına ve günün sonuna doğru yerleştirilmemeli, ilgi çekici hobi gibi özellik taşıyan dersler ağır derslerin arasına yerleştirilerek zihinsel dinlenme sağlanmalıdır. Yine öğle yemeğine yakın, ağır dersler mümkünse programa yerleştirilmemelidir. Haftalık ders programlarında da öğrencilerin ilgi ve istekleri, dersleri kavrama kolaylıkları dikkate alınarak program yapılmalıdır.
Teknolojik gelişmeler mümkün olduğunca programa yansıtılmalı ve uygulanabilir hale getirilerek, öğrenci ve öğretmenlerin yararlanmasına sunulmalıdır.
FİZİKSEL ŞARTLAR, eğitim-öğretimin en iyi şekilde gerçekleşebilmesi için uygun olmalıdır. Okulun aydınlatılması, ısıtılması, havalandırılması, okul araç ve gereçlerinin sağlanması öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılayabilecek özellikte olmalıdır. Yabancı dil, fen, bilişim laboratuarları gibi öğrencilerin uygulayarak öğrenmelerini sağlayacak donanımların yeteri kadar ve gerekli özelliklere sahip şekilde olması gerekir. Spor salonu,kütüphane, konferans salonu gibi öğrencilerin zamanlarını iyi bir şekilde değerlendirebilecekleri alanlar her zaman öğrencilerin yararlanmalarına açık şekilde bulundurulmalıdır. Okullarda bulunan, ancak kapalı tutulan alanlar olmaktan kurtarılmalı, çocukların en etkin şekilde kullanabilmeleri için gerekli planlamalar yapılmış olmalıdır.
Okulda yapılması gereken temizlik rutin olarak sağlanmalı; ayrıca detay temizliklerde göz ardı edilmemelidir. Özellikle tuvaletlerin temizliği üzerinde önemle durulmalı, hijyen için gerekli malzemeler sağlanmış olmalı ve takibi yapılmalıdır. Kantinde alan temizliğine dikkat edilmeli, öğrencilerin temiz bırakması ile ilgili gerekli yönlendirmeler takip edilmelidir. Mikrobik hastalıkların genel alanlarda hızla bulaştığı unutulmamalı ve gereken önlemler alınmalıdır. Satılan yiyecek içecek maddelerin temizlik ve sağlığa uygunluk denetimleri sık ve belirsiz zamanlarda yapılmalıdır.
Okul merdiven ve koridor genişlikleri standartlar dahilinde olmalıdır. Merdivenlerdeki korkuluklar; üzerinde çocukların kayarak düşmelerini önleyecek şekilde takipte olmalı, çocuklar uyarılmalı ve başıboş bırakılmamalıdır. Tehlikelere karşı uyanık olunmalıdır. Okullar, engelli öğrenciler de düşünülerek fiziksel şartlarını düzenlemelidir.Tekerlekli sandalyeler için eğimli bölümler vb. Sağlanmış olmalıdır. Sınıflarda öğretmen ve öğrenci iyi bir eğitim-öğretim ortamı içinde olmalıdır. Sınıf büyüklükleri, öğrenci sayısının düzenlenmesi hep bu doğrultuda hazırlanmalıdır.
Kalabalık bir sınıfta öğretmenin öğrencisini tanıması ve tüm gelişim alanlarını desteklemesi güçtür. Aynı zamanda öğrencide kendini kolay ifade edemez. Bu nedenle sınıftaki öğrenci sayısı uygun şekilde düzenlenmelidir. Öğrenciler, kendilerine sağlanan ortamı bozmadan, zarar vermeden kullanmalıdır. Bu yönde duygularına hitap ederek ve bilinçlendirerek ortamı değerlendirmeleri sağlanmalıdır.
YÖNETİM, öğrencilerin var olması ile vardır. Okul yönetiminden ilk sırada müdür sorumludur. Her bir öğrencinin sorumluluğunu taşıma gibi önemli ve ağır sorumluluğu vardır. Müdür yardımcıları da bu sorumluluğu paylaşırlar. Öğrenci merkezdir ve onların ruh sağlıkları kadar beden sağlıklarına da zarar gelmemesinden sorumludurlar. Yöneticilerin vicdani duyguları gelişmiş olmalıdır. Kendi ruh sağlıkları mutlaka yerinde olmalı, çevresindeki kişileri, öğrenci ve öğretmenleri olumsuz etkilememeli, öğrencilerin kişiliklerinde incitici, değersizlik duyguları verici tavır ve davranışlardan kaçınmalıdırlar.
Yöneticiler, işini severek yapmalı, çevresine olumlu yönlendirmeler yapmalı, pozitif enerji vermelidir. Kendisi ve çevresi ile barışık özellik taşımalıdır. Sorunları etkin ve kısa sürede çözebilmelidir. Gelişime ve değişime açık olmalı, öğrenmeye açık ve istekli olmalıdır. Okulunu ileriye taşıyıp geliştirebilecek kararlar alabilmelidir. Öğretmen, öğrenci ve veli görüşlerine önem vermeli, uygulamalardan etkilenen kişiler olarak geri bildirimlerini dikkate almalıdır. Görev yaptığı gurubun psikolojisini anlayabilecek yeterlilikte bilgi ve beceriye sahip olmalıdır. Teknoloji ve eğitim yöntemlerinin seçimi konusunda programa uygun seçimler yapabilecek özellik taşımalı ve gerekirse yardım almaktan kaçınmamalıdır.
DİSİPLİN, yapılması gereken işlerin kısa sürede, verimli olması için uyulması gereken bir düzen sistemidir. Okullarda ‘’disiplin’’ denince her öğrencinin kendisini kontrol edebilecek yeterlilikte olmasının kazandırılması aklımıza gelmeli. Öğrenci otokontrol sahibi olabilmeli ve kendi davranışlarını denetleyebilmelidir. Beklenen davranışlar için, önce yönetici ve öğretmenler model olmalıdır. Öğrencinin kişiliğine değer vermeyen yönetici ve öğretmen, öğrenciden beklentisini düşük tutmalıdır.
Alınması gereken kararlar, topluca benimsenerek alınmalıdır. Bunların uygulanmasındaki takip önemlidir, yerleşmesi ve içselleştirilmesi sağlanmalıdır. Öğrenci kendi denetimini sağladığında zaman daha verimli şekilde kullanılır, öğretmen eğitim ve öğretimde daha etkin ve verimli olur. Yerleşmiş disiplin anlayışı, yaşamın her döneminde, öğrenci için artı bir özellik taşımış olur. İyi bir rehberlik sisteminin işleyişi çocukta kendisi ile ilgileniliyor fikri verdiği için disiplin sağlamada etkilidir. Sorunlar ortaya çıkmadan rehberlik, zamandan kazandıracak ve öğrencinin verimli olarak dersleri ile ilgilenmesini sağlayacaktır.
Yine sorun meydana gelsede ruh sağlığının olumsuz etkilenmesini en aza indirecek, belki de negatif durum tamamen giderilebilecek. Bu şekilde okulda disiplin rahatça sağlanabilecektir. Okuldaki fiziksel koşulların öğrenciler göre düzenlenmesi de onlarda ferahlık hissi yaratır. Disipline uyum sağlamada, velilerin katkıları unutulmamalı, onlarla işbirliği mutlaka etkin bir şekilde sağlanmalıdır. Disiplin sağlanmasında ödüllendirmenin önemi unutulmamalı, olumlu davranışlar teşfik edilmelidir. Okul içinde benimsenen ve beklenen davranışlar net olarak öğrencilere bildirilmeli ve bilgilendirilmelidir. Öğretmen ve öğrenci samimi; fakat, ölçüsüz olmamalıdır. İşbirliği içinde olmaktan çekinilmemelidir. Çalışkan olma ve yardımseverlik öne çıkarılmalıdır.
ARKADAŞ İLİŞKİLERİ, çocuğun ruh sağlığına önemli katkılarda bulunur. Arkadaş, çocuğun evinde karşılayamadığı bir ihtiyaçtır. Çocuklar, okula başlama öncesinde arkadaş heyecanı içindedir, arkadaşları nasıldır, kimlerle arkadaş olacaktır? Okul çağındaki çocuklar için arkadaş çok önemlidir. Ergenlik çağında ise arkadaşlar ailenin önüne geçmiştir. Genç, arkadaşları tarafından sevilmek ve beğenilmek ister. Arkadaş edinebilmek ve arkadaşlığı sürdürebilmek için belli bir olgunluk seviyesi gerekir.
Arkadaş ilişkileri, insanları tanımayı, bencil olmamayı, paylaşmayı, uyumlu ilişkileri öğretir. Lider olma, yönetme, insanları olduğu gibi kabul etmeyi, kendinin farklı yönlerini keşfetmeyi, başkalarının da farklılıklarını görmesini sağlar. İşbirliği içinde olmayı, başkalarının haklarına saygı duymayı, ezilmemeyi, ezmemeyi öğrenir. Çocuk, karşı cinsi tanır, kendi cinsiyetine uygun arkadaşlarla cinsel kimliğini pekiştirir. Arkadaşları ile duygu ve düşüncelerini paylaşması onda mutluluk duygusu uyandırır. Arkadaş ilişkilerini düzenleyemeyen çocukta ise günlük yaşamını etkileyecek şekilde huzursuzluk duyguları yaşanır.
OKUL-AİLE İŞBİRLİĞİ, çocuğun başarısının artırılmasında, kendisini iyi hissetmesinde önemlidir. Çocuğun eğitimine yönelik ihtiyaçları; okul ve ailenin biraraya gelerek, beklentilerin ve desteklerin görüşülmesi ile çözmesi beklenir. Okula karşı olumlu duyguların beslenmesi yine ailenin katkıları ile desteklenir. Öğrencinin derslerine motivasyonunun artırılmasında, kendine güven duymasında, bazı olumsuz davranışlarının değiştirilmesinde işbirliği çok önemlidir. Çocuğun ruh sağlığının korunmasında okul-aile işbirliğinin iyi düzenlenmesi etkilidir.
OKULDAKİ REHBERLİK ÇALIŞMALARI, çocuğun kendisini tanıması, çevresine uyum sağlaması, yeteneklerini keşfedip, kendini geliştirmesi, çevresini iyi gözlemleyip, kendisine göre olan fırsatları öğrenmesini sağlar. İnsan duyguları inişli, çıkışlıdır, bazı dönemlerde kaygı yaşayabilir, sıkıntılı durumları olabilir. Bu durumlarda, okullardaki rehberlik çalışmaları gereken ilgi ve desteği sağlar. Bireyin almakta zorlandığı kararlarda değişik boyutları göz önüne sererek ve kendisini tanıma yönünde destekleyerek yardımcı olur. Kendilerini aşan durumlarda gereken yönlendirmeleri yapar.
Çocuklarda yetişkinlerde olduğu gibi spor yapmak çok önemli. Çocuklar oyun oynuyorlar diye belki üzerinde durulmuyor. Oyun çağında bile çocuklar yeteri kadar aktif değiller. Genelde anaokuluna giden çocuklar sınıf- salon oyunları oynuyorlar. Açıkhava oyunları velilerin çocuk hasta olur gerekçesi ile en aza indiriliyor. Hava güzel olduğunda- ki yurdumuzda güneşli coğrafya dışındaki yerlerde çok az açık havadan yararlanma imkanı oluyor. İstanbul, çok nüfus barındıran yer olması ve benim yaşadığım yer olması ve yeterli gözleme sahip olmam nedeniyle çocukların az şekilde açık havadan yararlandığını görebiliyoruz. Açık hava oyunlarındaki aktivasyon, bir kasabada ya da köyde yaşayan çocuktan çok az.
Büyük yerleşim bölgesi olması emniyet tedbirlerini de zorunlu olarak beraberinde getiriyor. Aileler, genellikle yüksek ücret ödeyerek çocuklarını haftasonları için bazı kulüplere üye yapıyorlar. Tabii ki maddi durumları yeterli ise. Bazen belediyelerin bu tür hizmetleri olabiliyor, ancak kapsamının geliştirilmesi gerekiyor. Ulaşılabilir olması, yeteri kadar duyurunun yapılması gerekli.
Bebeklik döneminde aileler genellikle doktorun yönlendirmesi ile açıkhava ve güneşlendirme ritüeline uyuyorlar. Bebek cimnastiklerini uygulayan ebeveynlerde olabiliyor. Bunun dışında günümüzde kundaklama olayı olmadığı için bebekler doğal hareketlerini yapıyorlar. Rahat bir tulum giysiyle kollar ve bacaklar kısıtlamasız hareket edebiliyor.
İlköğretim çağında aileler çocuklarını imkanları elverdiğince spor ve müzik gibi etkinliklere yönlendirebiliyorlar. Genelde haftasonları çocukları sosyal etkinliklere taşımakla geçiyor. Spor etkinliklerinde dikkati çeken husus büyüklerin kullandığı alanları değişik saatlerde çocukların kullandığıdır.
Çocuklar ve büyüklerin ortak kullanımıyla çocuğa görelik özelliğine dikkat edilmiyor. Fiziksel anlamda alan kullanımında sorun olmasa da ortam anlamında uygunsuz durumlar olabiliyor. Aslında sportif yetişkinler için de olmaması gereken özellikler çocukların olduğu bir ortamda dikkate alınmıyor. Örneğin, sigara ve alkol gibi sporla bağdaşmayacak durumlar gözardı ediliyor. Kulüp tarzı yerlerde daha çok yetişkinler mutlu edilmeye çalışılıyor.
Bu arada çocuklarda gelirse ne ala…
Erkek çocuklar için belli kulüplerin takım oyunları için çalıştırıcılar, onların çocuk olduğunu düşünmeden yılların alışkanlığından olsa gerek, yetişkinlere hitap şeklini kullanabiliyorlar. Bu ifade biçimlerinde argo sözcükler, stadda duyulan olmaması gereken ifadeler rahatlıkla kullanılabiliyor.
Belli bir süre disiplini de olmadan aileler ve çocuklar bekletilerek zamanın büyük kısmı günlük yaşamdan çalınmış oluyor. Bu hafta 8 yaşındakiler önce olsun, 12 yaşındakiler onların oyunu bittikten sonra oynayacaklar gibi belirsizlikler yaşanabiliyor. Bu durumda siz oraya gittikten sonra şekilleniyor.
Spora başlamadan önce istenen raporlar, gerçekten zamanında istenip, rapor gelmeden spora başlanıyor mu, başlattırılmıyor mu? Doktordan istenen belge sadece prosedürü gerçekleştirmek amaçlı mı? Bütün bunlar günlük yaşamımızda önümüze çıkan gerçekler. Günümüzde artık 10 yaşında çocuklarda bile artık kolestrol ölçümü yapılması isteniyor. Kalp sağlığı açısından gerekli incelemeler yapılması ve sonra spora başlanması gerekmekte. Yine spor yapmak kalp sağlığı için gerekli, ancak, başlamadan öncede kalbin sağlıklı olup olmadığının kontrolü gerekli.
Ayrıca spor etkinliklerinin yapıldığı yerlerde ilkyardım için gereken önlemlerin alınıp alınmadığı da önemli. Burada sürekli olarak sağlık çalışanı bulunmalı ya da ilkyardım kursu almış yetkililer olmalı.
Seçilecek sporun çocuğun yaşına uygun olup olmadığı da çok önemli. Çocuklar adölesan çağında güç ve kuvvet gerektiren sporlara yönelme eğilimindedirler. Kendilerini psikolojik yönden ispatlama ve kendini kabul ettirme, gösterme onlar için ihtiyaç durumuna gelmiştir. Kas zorlanmaları, travmatik durumlar yaşanabilir. Bu nedenle yaş ve vücut yapı özelliklerine uygun spor etkinliği seçilmelidir.
Spor etkinlikleri adı altına giren, ancak günlük fiziksel aktivitenin yeteri kadar yapılması belki iddialı spor yapmadan daha öne çıkması gerekir. Çünkü, spor yaparken belli bir iddia ve uzman denetimi gerekmekte. Günlük egzersizin içine hiç değilse yürüyüş girmekte. Günlük doğallığın yaşanması gerek.
Halı sahalarda maç yapma elektrik yüklemesi meydana getirmekte. Altınızda sentetik bir halı ve yine sentetik ayakkabı tabanlarının sürtünmesi ile elektriği boşaltma yerine yükleme yapılıyor. Sahada kalp krizlerinin yaşanmasının sebebi kalbin elektrik düzeninin etkilenmesidir. Oysaki çocuklar, köy vs. gibi doğal şartlarda değilse toprağa basarak enerji boşaltımı yapamıyor. Sağlık için yapılması gereken spor, sağlığı olumsuz etkilememeli.
Yüzme sporu için havuzlarda yeteri kadar hijyen sağlanıp sağlanmadığı önemli. Bunun dışında alerjik bünyeli çocuklar için klor rahatsız edici olabilir. Havuzların su dolaşım kapaklarında güvenlik sağlanıp, riskli bir duruma meydan vermemek gerekir. Salon sporlarında hava dolaşımı kaliteli olmalıdır. Vücudun aktivitesinden oluşan istenmeyen kokular, havasızlık beklenen yararı getirmeyecektir. Sporun anlamı vücuda oksijen alımını artırmaktır.
Spor yapılacak araçların sağlıklı olması, gerekenlerin yerlerine iyi tesbiti yapılmalıdır. Kale direklerine özellikle dikkat edilmelidir. Spora başlamadan ısınma hareketlerinin yapılması; spordan sonraysa soğuma hareketlerinin yapılması gerekirki kaslarda sorun oluşmasın. Spor yapılacak tesiste mutlaka buz bulundurulmalı, ihtiyaca göre ilaç ve malzemeler bulundurulmalıdır.
Sporda çocuklar iyi takip edilmeli, birbirlerine zarar verici hareketlerde bulunmaları önlenmelidir. Ailelerin model olması ve severek spor yapmak önemlidir. Belli bir spor dalına yönelinemiyorsa bisiklete binmek, haftasonlarında ailece doğa yürüyüşleri yapmakta yararlıdır.
Her konuda olduğu gibi aşırı spor yapmakta doğru değildir, hormonlarda düzensizliklere neden olabilir. Spor yaparken kırık, çıkık vakalarına da rastlamak mümkün olabiliyor. Bu nedenle yetkili ve ilgili çalıştırıcılar eşliğinde spor yapılması desteklenmeli ve uygun şartlar oluşturulmalıdır. Büyüme plaklarının da olumsuz etkilenmesi düşünülerek zorlayıcı spor ekinliklerinden uzak durulmalıdır.
Yaş ve cinsiyet özelliklerine uygun olarak spor etkinlikleri planlanmalıdır. Belediyeler yürüyüş parkurlarını artırmalı, bisiklet yolları yaygınlaştırılmalı, gençler için kaykay yapabilecekleri alanlar düzenlenmeli; bunlar mahalleler düzeyinde yapılmalı ve çocuk ve gençlerin yakın çevreleri ile ilişkileri geliştirilmeli, sosyalleşmelerine de destek olunmalıdır. Spor yapma ile sosyalleşme iç içe olmalıdır.
Sevgili Öznur,(30 yıl ve sonsuza kadar sürecek bir eğitimneferi olmamdan dolayı hitabımı hoş görünüz.Ben bu yolda,severek fedakarca çalışan herkesi gönül bağlım olarak kabul ediyorum.)
Severek,azimli,idealist çalışmalarınızı içtenlikle kutluyor ve başarılarınızın devamını diliyorum.Ancak, günümüzde ayrılıkla sonuçlanan evliliklerde eğer arada bir de çocuk varsa durumun vehametini takdirlerinize sunuyorum.
30 yıllık meslek hayatımda, ben bu konunun önemini gereğince takdir edememişim.Yaşayan birine nazaran,konunun uzmanı sayılan birinin bazı önemli noktaları anlamayacağını,atlayabileceğini görüyorum.
Davranış bozuklukları gösteren kişilik bozukluklarına sahip bireyler de rahatlıkla evlenip çocuk sahibi olabiliyorlar.Rahatlıkla da üst düzey ve yönetici görevlerine geçebildikleri gibi…
Asla bu sorumluluğa,ehliyete,sevgi ve şefkate sahip olmayan ancak ilerki yıllarda gelebilecek kazanımlar için çocuğu bir GARANTİ faktörü olarak planlayıp ona göre rol ve yıkımlar yapan kişinin çocuğa verebileceği zararları tahmin edebiliyor muyuz?Daha kötüsü danışılan bir uzman olarak bunun kararını biz verip, yönlendirmesini biz yapmışsak,aldığımız VEBALin farkında mıyız?O bireye;sadece anne veya baba pozisyonundan dolayı çocuk teslim etmek ne derece sağlıklı,bir düşünelim.
Bu ayrılık durumlarında büyük yük altında kalan,artı çevrelerinden biryardım görmedikleri gibi karşı tarafın düşmanlığını kazanmış;iyi niyetlerinden başka hiç bir suçları olmayan,ancak sıcacık sevgi ve kol kanat geren koruyuculukları ile eksiklikleri giderip AİLE sıcaklığı ve GÜVENi vermeye çalışan büyükanne ve büyükbabaların durumunu bir düşünelim.Gün 24 saat.Hangi,süreli ve ücretli çalışan onların yerini tutabilir ki?Gelecek planlarında böyle bir durum hiç aklına gelmemiş olan bu sevgili ve DEĞERLİ aile büyüklerinin adı eğitimde; günlük hayatta,okulda,sosyal medyada ne sıklıkla ve ÖNEMDE geçiyor?Bu konuda ne gibi eğitici yayınlar var?Tecrübenin ve yaşanmışlığın okulu yok.Onlara sahip olmanın MUHTEŞEM ZENGİNLİĞİNİN farkında mıyız?
Bu konularda da KAPSAMLI,AYDINLATICI veYARDIMCI çalışmalar yapmanız dileğiyle…